25 Mart 2010 Perşembe

İclal Aydın ve çektiği ayar:-))

Aslında konu başlığım çok farklıydı fakat biraz önce İclal Aydın'ın eski eşi ile ilgili bugün yazdıklarını okudum. Evet İclal Aydın'ı okuyorum ve yazılarını çoook beğeniyorum. Kendini öyle güzel ifade ediyor ki, " evet işte budur" diyorum. Budur benimde hissettiklerim , sanki benim duygularımı yazıyor. İsim koyamadığım hislerimi sanki o tercüme ediyor bana. Kitaplarını da alıp okudum fakat bende köşe yazılarında ki gibi bir etki ne yazık ki bırakmadı kitapları.
Kalemini öyle güzel kullanıyor ki , edebini bozmadan anlatmak istediğini en kısa yoldan net biçimde anlatarak. İnsana helal olsun dedittirıyor.Ben bir kez daha ona helal olsun dedim.. Birine yalakalık yapmıyor, yazlarında dürüstlüğü ön planda. Birilerini birbirine düşürmüyor. Kimse ile gereksiz polamiklere girmiyor; kendisi ile uğraşılmadıkça :-)

Eski eşinin bu yazıdan sonra istifası ise beni güldürdü. Sanki utanç duydu adam. Keşke istifa etmeseydi:-) keşke bu yazı yok gibi davransaydı. İnadına yeni sevgilisinden daha çok bahsetseydi . Neden mi? Bu istifa İclal 'in yazdıklarının ne kadar doğru olduğunun altını çiziyor çünkü . Ve bu doğrular ne yazık ki O adamın nasıl bir kişilik zaafı içinde olduğunu gösteriyor. Aslında bu gerçekleri net bir şekilde gördükten sonra da O adamın eski eşlerinin veya sevgililerinin ayrılık acısı çekmek yerine " ben bu adamı seçerken acaba ne düşüyordum" fikrini sorgulaması gerekiyor.

Lafım genel anlamda aynı zaafı olan bütün kadınlara ve bütün erkeklere.Her ilişkisinde büyük aşk yaşıyormuş izlenimi yaratan, bir önceki ilişkisini karalayan, "karaladığı halde "terk edildiğinde serseri mayın gibi bir önceki ilişkinin kapısını çalan, Aldatan acizlere...Bu tip insanların ağına düşmüş ve ne yazık ki neyle karşılaşacağını bilmeden aşık olup ayakları yerden kesik diğer kesim ise bu ilişkilerin arkasından acı çekerek neden ben diye sorguladıklarını çok gördüm. O yüzden diyorum ki İclal Aydın sana HELAL OLSUN.
Ayar çekerim görürsün!!

Uykusuz gecelerimden birini daha geride bırakmanın ve hâlâ yaşayabiliyor olmanın haklı gururunu taşıyorum. Bu geçici dünyada her şey bir sis perdesi altında akıp gidiyor... Uykusuzluk insanı mikrodalgada patlamaya hazır bir adet mısır tanesine dönüştürüyormuş meğer... Her şey anlamından ciddi bir miktarda bir şeyler kaybediyor aynı zamanda...

Anayasa taslağı, çıkmaza giren görüşmelere dair haberlerle dolu gazeteler kucağımda, tavana bakarken yakaladım kendimi. Geçenlerde katıldığım bir televizyon programında da stüdyoda konuşulanları bırakıp epey bir süre tavanı seyretmişim. “Çok dalgınsın, konsantre olma güçlüğü çeker gibi görünüyorsun” diyorlar. Aslında tamamen mevzunun içindeyim. Olaylardan bir an olsun kopmuş değilim... Oysa kopmayı ne çok isterdim.

Tavanda aradığımı bulamayınca tekrar gazetelere döndüm. Bizim gazetenin (Vatan) arka sayfasını ve dolayısıyla o bölgenin sahibi köşe yazarını uzun zamandır okumuyordum aslında. İtiraf!! Haklı gerekçelerim vardı ama benim. Çünkü okudukça içerliyordum ona. Yahu “niye ayıp ediyor bu kadar” diyordum. İçimdeki sızıyı canlı bir yaratığa dönüştürüyordu. En iyisi hiç ilgilenmemek dedim sonunda bir gün ve oradaki “varlığı” kanıksadım... Ama... Tavandan gazeteye döndüğümde gözüm takıldı o köşeye. Takılınca okudum. Okuyunca duramadım. Duramayınca yazmaya başladım. Biri beni durdurmazsa ben bu yazıyı gazeteye de gönderirim şimdi...

Hayatına giren her yeni kadına köşesinden güzelleme yazarken eskileri gömmeden, bir biçimde onları yeni hikâyesinin altyapısı haline getirmeden de bunu başarabileceğini öğretmeli artık biri ona... Tuna’ya yani... “En sevdiğim kadın budur” demenin daha şık, daha yakışıklı yolları vardır mutlaka. Köşesinde müzisyen sevgilisi çello çalarken o da romanını nasıl yazıyormuş onu anlatmış. Demek ki romana da geri dönmüş. Biz temelli bıraktı sanıyorduk. Neyse birkaç kez daha bırakır, geri döner, gider gelir artık...

Bana yazdığı mektuplardan birinde, söylediği vakit çok etkilendiğim “senin yanında iyi biri olmak istiyorum” cümlesi vardı. Jack Nicholson’ın bir filminden alıntı yaptığının altını çizmişti. Aynı cümleyi daha sonra aynı vurgularla Demet Sağıroğlu için de kullandı. Ona yazdığı o köşe yazısında daha önce bana ve büyük ihtimalle Yasemin’e de söylemiş olduğunu düşündüğüm bu cümlelere rastlayınca, Demet de “o yazıyı kesip sakladım” diye röportaj verince... İçtenlikle söylüyorum Demet’in aldatıldığını düşünmüştüm ama kıyamamıştım sevincine... Yutkunmuştum gitmişti... Susmak bu yüzden kıymetliydi. Sevmek dışında hiçbir suçu olmayana neden hesap ödetilsin ki?

***


Neyse, kimseye kimi nasıl seveceğini biz öğretemeyiz elbette. Ama bugüne dek eski eşim olduğu için “bunu yazamam” diye düşünüp düşünüp sustuğum ve fakat “aaa artık ne susacam be” dürtüsüyle hitap etmek istediğim sevgili yazar arkadaşım!!

Arka sayfadan “ben şimdi mutlu biriyim” yazılarının içinde sonucu “mutsuzluğumun sebebi eskilermiş” e getirirsen bir kere daha... Örgütlenme ve dernekleşme bilincimin çok yüksek olduğu şu günlerde kurarım bir “Tuna’dan mağdur olan kadınlar dayanışma komitesi” görürsün gününü...

Şaka bir yana, sadece sana değil, yeni birini sevme üslubu seninkine benzeyen herkese hatırlatmak gerekir... Şimdiki sevgili de gün gelecek eskiler arasında yerini alacak. Bunu unutma; eskiler giderek kalabalıklaşıp güçlenirken eski sevgili anısına sahip çıkamayanın ayağının altındaki yer öyle hızla incelir ki... Bu gidişle bize yerin dibinden bildirmeye başlamayasın sakın... Bunu kalpten istemem ama bilesin...

2 yorum:

Momentos dedi ki...

Ne İclal' i ne de Tuna' yı destekliyorum !! ama bu olayda etik olmayan bir şey var !.. Kendisine ayrılmış gazete köşesinden isim vererek, özel hayat sataşması yapmak !.. sen bu insanla evlenmişsin kardeşim, sonra bitmiş mi bitmiş.. sonrası kimseyi alakadar etmez. Bu kadın da olsa farketmez, erkek de !.. İçine sinmeyen şeyler varsa oturup mail, mektup, telefon mesajı neyse yaparsın ama bir gazete köşesinde kendi hayatınla ilgili -üstelik üstünden zaman geçmesine rağmen- polemiklere giremezsin, bir okur olarak bunu anlamam ben.. bu kadar medyatik olacaksın, özel hayatının kapılarını çekinmeden açıp bazı şeyleri yaşayacaksın ve sonra bu medyatikliğin getirdiği ağır yükleri kaldıramayacaksın (!) bana cidden komik geliyor. Burda dediğim gibi iki medyatik insan ve ilişkileri var. İlişkiler sadece iki kişiyi bağlar ve bir şey yaşanıyorsa mutlaka iki kişiden kaynaklanır. Elimizi çırptığımızda çıkan ses bir başka yerden çıkmıyor, sağ ve sol elimizden birlikte çıkıyor. Olay bu kadar basittir. Hala içinde birşeyler beslediğinin kanıtı olarak bu yazı maalesef İclal' in tarihinde kara yazı olarak hatırlanacaktır. Hepsi bu.
Sevgiler :)

Çiçek Pazarı dedi ki...

İçinde birşeyler beslediğinin kanıtı olabilir ki bu ayıp değil , Beraberken ilişkileri hakkında " Hayatım çok mutluyum , bu huzuru hiç bulamamıştım. bu ne büyük mutluluk ..vb" gibi yazılar yazılırken, ilişki bittikten sonra köşe yazısında eleştiri bombardımanı bneden yapılamasın ki? Bu insanlar ilişkilerini zaten insanların gözü önünde yaşıyor. Yeni dönem köşe yazarları ve röportaj yapanlar " aaa ben doğalım" adı altında yazdıkları yanlı yazılar ve yaptıkları yanlı röportajları daha çok eleştiriyorum.Kalem bir güçtür.. Ve bir kadın intikam almak isterse her şekilde alır.:-)) Ben yazısında bir sakınca bulmadım.:-)) Elindeki gücü gayet güzel kullanmış benim için bunda bir sakınca yok fakat Tuna nın yazdığı yazıdaki kadın :-)) ölmüş bir çellist miş.. Yani yazdıkları tamamen kurguymuş..:-))) bu kötü olmuş işte.:-)