30 Mart 2011 Çarşamba

Bir kaç gündür;

İnanılmaz yoğunum . Yol ayrımındayım. Bir karar vermek zorundayım. Ve bu iş canımı çok sıkıyor. Başımın ağrısı , uykusuzluğum, düşünceler beni çok yordu.

Bir şey var ama bir şey "O" şeyi yakalarsam aslında herşey çorap söküğü gibi gelecek.. Sancılarım arttı. Oooof keşke burada paylaşabilsem :-( Ama olmuyor işte.

Ya da "Herşeyin hayırlısı" deyip işin içinden çıkmak istiyorum ama bir sonraki pişmanlık beni kahredecek.. Hep öbür yolu merak edeceğim. Hep...

Bu şans mı şansızlık mı?

Karar veremedim.

Gitsin bu lodos .

Canımı sıkıyor.

Mekila 'ya sevgilerle;

Sevgili Melika nın el emeği göz nuru yaptığı bir çantayı satın aldım. Bugün elime ulaştı. Nefis .  İyi ki almışım dedim. Ellerine kollarına sağlık Mekila

Merak edenler mekilaningezegeni.blogspot.comdan diğer ürünlerine bakabilirsiniz.

Sevgiyle,

Gittim, gitti,gitt,git,gi, GGG

Gitsin istiyorum bu lodosun İstanbul'u terk etsin istiyorum. Eğer terk etmezse ben ağrıyan kafamı koparacağım kökünden.

Yaptığım pastaları yememek istiyorum.. Ama beceremiyorum lodos giderken bu pastalarıda götürsün istiyorum.

Karar vermemek istiyorum .. Saçma zamanlarda, tam  bir yola girmişken, aklımı çelecek başka bir yol çıkmasın istiyorum.. Bu defa son .Artık karar vermeyeceğim...

Gittim demek istiyorum. Kaf dağının arkasına. Yoo tek başıma değil . Onsuz nefes bile alamıyorum ki kaf dağının arkasına gideyim. Onunla beraber gittim demek istiyorum bütün dünyaya..Ve demek istiyorum ki " ben karar vermeyeceğim anladın mı , bir karar vermiştim aklımı karıştıramazsın benim"

26 Mart 2011 Cumartesi

Mehveş Evin 'in Milliyet Gazetesinde çıkan yazısı; Herkes aynı soruyu soruyor. "Ne saklıyorsunuz"Neyi kapatmaya çalışıyorsunuz?"

İmamın ordusu


Yayımlanmamış bir kitap, neden yok edilmeye çalışılır?

Bu sorunun mantıken tek bir cevabı var: Demek ki içinde, birtakım çevreleri rahatsız etmekten öte, zarar vereceği düşünülen bilgiler var! Hiçbirimiz, basılmamış bir kitap hakkında fikir yürütemeyiz. “Ama içinde yalan, propaganda ve iftira var” deme, eleştirme, tartışma şansına da sahip değiliz.

24 Mart 2011 Perşembe günü, bu ülkenin tarihine yeni bir kara sayfa olarak geçti. Ahmet Şık’ın, üzerinde çalışmakta olduğu kitap yüzünden terör örgütü üyeliğiyle suçlanması ve Silivri’ye yollanması yetmemiş olacak ki... “İmamın Ordusu” adlı kitap taslağı kopyalarının bulunduğu adresler basıldı.

Polis, İthaki Yayınevi’ne, Şık’ın avukatı Fikret İlkiz’in ofisine ve kitabın diğer yazarı, gazeteci Ertuğrul Mavioğlu’nun çalıştığı Radikal gazetesine baskın düzenledi.

Üstelik polis, bulduğu taslaklara el koymakla kalmadı. Mavioğlu’nun bilgisayarında bulunan kopyayı, resmen sildi!



Taslaktan propaganda

Meğer yayımlanmamış bu kitap, “örgütsel doküman”mış. Ergenekon terör örgütünün propagandasına yönelikmiş... Satır aralarında talimat ve emirler varmış... İyi de güzel kardeşim, biz nereden bileceğiz?

Bu ülkede pek çok genç insan, sırf “örgütsel doküman” bulundurduğu, hatta “yayma hazırlığında” olduğu gerekçesiyle hapse atıldı. Bu “doküman”lar bazen bir kitap, bazen broşür, bazen de bir poster oldu.

Kiminin sesi duyuldu, kiminin varlığından bile haberdar olmadık. Kimi yattı, çıktı, yeni bir hayata başladı. Kimi cezaevi ortamında gerçekten örgütsel faaliyetlere girdi.

Gazetecilere yönelik baskı ve tutuklu yargılama süreçleri ise uzun zamandır gündemde. Ancak ilk kez bir kitabın taslağı “örgüt propagandası” olarak değerlendirilip imha edilmeye çalışılıyor.



Zihniyet değişmedi

Kitap, kitap diyoruz, içeriğini hatırlayalım: “İmamın Ordusu”, Fethullah Gülen cemaatinin devlet kadrolarındaki yapılaşmasını anlatıyor(muş).

Mademki özel yetkili mahkeme bu kitaba el koyuyor, basılmasına engel oluyor, hatta siliyor... Sıradan bir vatandaş, “Kitabın basılma ihtimaline karşı bu önlemler alınıyorsa... Demek ki devleti zor duruma düşürecek bilgiler var” diye düşünmez mi?

Üstelik baskını yapan ve arka çıkan güçler, en çok eleştirdikleri “askeri vesayet” mantalitesiyle hareket ediyor: Beğenmediğin düşünceyi bastır ve yok et.

Kitabın adı, zaten her şeyi anlatm-ıyor mu? Aktörler değişti, zihniyet aynı.







GÜNÜN TWİT’İ

Twitter’da dün “imaminordusu” diye taglenen twit’ler yükselişteydi. Protesto için en çok paylaşılan twit şu: “imaminordusu kitabı bende de var”.







BEKLİYORUM...

- Yakın dönemde “Darbe Günlükleri”ni yayımlayan Nokta dergisi basılıp, kapatıldı. Nokta’yı savunan herkesin, mesela “Genç Siviller”in, bugün aynı tavrı “çıkmayan kitap” için göstermesini...

- “Yandaş medya” diye damgalanmaktan fevkalade rahatsız olan, bunu reddeden medya mensuplarının, aksini ispat edip “demokrasiye ve ifade özgürlüğüne inandıkları”nı göstermeleri ve er meydanına çıkmalarını...

- Meslektaşları içeriye alınır, dergi ve kitaplar basılırken sesini çıkarmayan gazetecilerin nedamet getirmesini...

- Yıllardır “Hrant için adalet için” Dolmabahçe’de toplananlar, bu pazartesi “Hrant için, Nedim için, Ahmet için” saat 09.30’da toplanacaklar. Şimdiye dek Dink cinayetinin aydınlatılmasına destek veren herkesin, Ahmet ve Nedim için de orada buluşmasını...

- Anti demokratik uygulamalar karşısında seslerini yükselten sivil toplum kurumları, sanatçı ve aydınların, “Çıkmayan kitap baskını” için toplanıp, bir bildiri yayımlamasını...

- Bütün yayınevlerinin bir araya gelerek kendi meslek ve işlerinin geleceği için son baskınları protesto etmesini...

Bekliyorum... Acaba bekleye-rek de bir suç işliyor muyum?

25 Mart 2011 Cuma

Ne demek ?

Ne demek ?  Bir kitap basılmadan yayınının yasaklanması ne demek ? Basılmadan imha edilmesi ne demek?  Kitap yasaklamak ne demek? ne için ? nedir bu korku? neyi duymamızı istemiyorlar? Merak ediyorum ? Bütün bu karmaşayı bize ne zaman açıklayacaklar? Ne zaman ? Ne zaman ? Ne zaman ?

21 Mart 2011 Pazartesi

Yaw bilen var mı-( hani açılacaktı bu blog !!!

2008 de Japonya seyahatimde öğrendiğim çok önemli bir cümle vardı."Üstün ırk" . Evet kendilerine üstün ırk diyorlardı.Üstün bir ırk olduğunu anlamak için gidip ziyaret etmek gerekmiyor..Son depremde ağlamamak için kendimi zor tuttum. Neden mi? Çünkü nükeer enerji santralinde radyasyonu önlemeye çalışan 130 tane aslan yürekli Japon var.Üstelik ölüm onların çok yakınlarında. Asla oradan sağ ve sağlıklı kurtulamayacaklar.
 Deprem sonrası yağma veya tecavüz yapan fırsatçı  yok,  japon mafyası bile  depremzedelere yardım yapıyor.. Hatırlayamadığım geçmiş senelerden birinde Japon ekonomisinin kötü gidişatı sebebiyle kadınların altınlarını devletlerinin refahı için bozdurduklarını okumuştum. Gerçekten üstün bir ırk. Bir kere daha hayranlık duydum. Fakat onların sınanmaya ihtiyaçları yokmuş. Dünyanın böyle bir örneğe ihtiyacı varmış.

"Türk gibi sigara içmek" değiminin de Japonya'ya gidip onların nasıl sigara içtiğini görmedikleri için sarf edilen bir söz olduğunu düşünmüştüm. İş çıkış saatlerinde metro istasyonunda insanların metroya bindikten sonraki yerde gördüğüm izmaritlere inanamamıştım. 

Allahın merhameti üstlerinde olsun.

Bu web sayfası beni o kadar yordu  ki, gözümü kapatıyorum hamur yoğuruyorum veya web sayfasında eksik bir nokta aklıma geliyor. Rüyamda da yemek fotoğrafları çekiyorum:-))) Bitirmeme az kaldı demek isterdim ama daha cidden başındayım. Doğum yapamak zor ve sancılıdır.Bebeğimin  ne zaman doğacağını şimdilik bilemiyorum. Buna rağmen çok mutlu ve yorgunum. Birtanem kıymetlim işinden arta kalan zamanlarda deliler gibi web sayfamla uğraşıyor. Ne yapsam hakkını ödeyemem. Onun zekasına becerilerine her geçen zaman daha fazla hayranlık duyuyorum. Nasıl bu kadar meziyetli onuda bilemiyorum. Yaptığı model uçakları , besteleri... Seni çok seviyorum..Sana hayranım..Bunları okuyamayacağınıda biliyorum:-( Çünkü bu salak blog hala açılmadı!!

Yaw bilen var mı? Ne zaman açılacak bu meret..


17 Mart 2011 Perşembe

Henüz veda yok;

Öncelikle blogların kapatılması beni inanılmaz gerdi. Dns değiş girmeye çalış, kumanda panelini gör içeri gireme. Dns değiş girmeye çalış yorumlara cevap yazama.. Dns değiş girmeye çalış hiç gireme..Ne yazmak için heves ne sayfaya girmek için merak kaldı. Deli anne gibi bende gideceğim ama benim gitme zamanıma biraz daha var. Html ile css yi tam çözdüğümde tatlıkurabiyem.com; tatlikurabiyem.net te olacağım. Klasik yemek tariflerimle beraber..

Bu arada; Nükleer enerji ile ilgili akşam haberlerinde RTE ın söylemiş olduğu daha doğrusu savunmuş olduğu bir cümleye takıldım. Şöyle diyor; "Yapılan herşeyin riski var. Yaptığımız köprününde riski var , tüp geçidin de.. Şimdi riski var diye bu işe girişmeyecek miyiz??"

Cevap hakkımı kullanmak istiyorum. Herşeyin bir riski olduğu gerçeğini hepimiz kabul ediyoruz ancak yapılan köprünün riski , o köprü üstündekileri veya tüp geçidin içinden geçen insanları kapsar . Yani bir doğal felakette neredeyse bir toplumun yarısını yok edecek ve senelerce izleri silinmeyecek bir "risk" hiç bir zaman alınmamalıdır. Türkiye deprem ve heyelan ülkesi... Türkiye de yapılacak olan nükleer enerji santrali , sadece bizleri baş edemeyeceğimiz bir sorunla karşı karşıya bırakmaktan başka işe yaramayacaktır.

Yüzyıllardır  milletimizi yok etmeye çalışanlara nispet bir adet nükleer enerji santrali yeterlidir sanırım..

Japonlar baş edemedi...

 Ülkemde nükleer enerji santralı istemiyorum..

...

16 Mart 2011 Çarşamba

Sonunda ,

Yatmak üzereydim. İkiz annesinin yazısı dikkatimi çekti. YASAK KALKIYOR demiş. Çok büyük müjde oldu bu haber. İlk günler gerçekten çok üzüldüm. Yazılarım kaybolacak diye çok endişelendim. Bir kaç kere DNS değiştirdim. Çok kötü bir duygu, sizin tasarladığınız size ait olan bir meskene girişinizin yasaklanması. Bu gece huzur içinde uyuyacağım.

Sevgiyle,

11 Mart 2011 Cuma

Sihirli değnek istiyorum..

Sabah uyandığımda aklımdan geçen  ilk  şey;

“Bir gün eğer bu dünyaya gelmeye tekrar hak kazanırsam neler yapmak  isterdim.”

Keşkelerden çoktan geçtim de, kursağımda kalan çok şey var.. Daha çok gülerdim falan demeyeceğim. Çünkü yapmak istediklerim daha maddesel şeyler..

Kesin Fransızca ve İspanyolca öğrenirdim.
Tiyatro eğitimimi asla yarım bırakmazdım.
Eğer tercihi ben yapacaksam “Isveç. Norveç, Danimarka gibi  ülkelerde doğmak ve yaşamak isterdim. Tercihi her zaman ki gibi bana vermediler mi? Bende burada doğar kesin Londra ya yerleşirdim..
Toprakla daha haşır neşir olabilirdim.
Deniz vazgeçilmezim . Penceremi açtığımda deniz görmek isterdim.
Eşimle daha erken tanışmak isterdim..
Fotoğraf çekmeye daha erken başlamak,
Ve en önemlisi erken bir şekilde çocuk sahibi olmak isterdim.

Saçlarımı kuruturken  listeyi uzatmaya başladım. Fark ettim ki :-) ben bu ara  hiçbir şeyimi sevmiyorum. Saçımı başımı kilomu  kaşımı gözümü ;ve ayrıca şiddetli bir biçimde kendimi  başarısız buluyorum .:-)

Kendimi olduğum gibi kabul etmek bana bu ara çok zor geliyor aslında yapmak istediğim çok şey var diye söylendiğim için , eşim bunun  aldığım kilolarla ilgisi olduğunu  söyledi .

Fransızca ve İspanyolca öğrenseydim daha zayıf kalırmıydım ?:-)


Sevgiyle,

9 Mart 2011 Çarşamba

Heeeyyyyy yupiiiiii

Heeey her yerde kar var:-) Fırtına var, kaza var , soğuk var, trafik var.:-))

Bakmayın böyle dediğime ben çok mutluyum. Geçen sene sonundan beri bunu bekliyordum. Biraz geç geldi ama olsun.

Kar tanelerinin  içimi temizlediğini hissediyorum.



Bugün kendime izin verdim. Evdeyim. Ve inanılmaz keyifliyim. Birazdan cafe fernando bloğundan tarifini almış olduğum havuçlu keki yapacağım. Akşam içinde kış türlüsü..

Allah düşküne , hastaya , evsize, sahipsize yardım etsin..,


Masasın üstüne izimi bırakmak isterdim..
 Ben bugün çok mutluyum.

8 Mart 2011 Salı

İçim kaldırmıyor,

Bugün 8 Mart kadınlar günü dolayısıyla resimli basın bağırıp durdu . Sabah elime kırmızı karanfil tutuşturuldu. Ki karanfil çiçeği benim bildiğim cenazelere gönderilir. Badem bıyıklı , birilerin vekilleri "kadınların emekçi oluşları ile ilgili bir torba laf etti"

Kırmızıya boyanmış bir gün istemedim ben. Hele karanfil hiç istemedim. Ayrıca sadece büyük şehirlerde kutlanan anlamını bulamamış bir günü kutlamak açıkçası midemi bulandırdı..

Çünkü;

 Hala kadınlar sokaklarda , evlerde dayakla sürükleniyor ve öldürülüyor. Küçücük kızlar dedelerinin yaşındaki adamlara satılıyor, kayınpederi geline tecavüz ediyor, komşunun oğlu komşunun kızına!!

Dekolte giyen kadına taciz edilmesi kadının suçudur diyen bir zihniyet hala Türkiye sınırlarında var oldukça, 8 Mart kutlansa ne olur kutlanmasa ne olur??

Cinsel istismar ve şiddet ayyuka çıktıkça , bu şiddetti uygulayan insan kılığındaki hayvanlara hiç bir yaptırım uygulanmadıkça bu ülke de yaşayan bütün kadınlar her zaman her şekilde her durumda tehlikedeler.

İçim kaldırmıyor 8 Martta kutlanan saçma günü;

4 Mart 2011 Cuma

Cidden dayanamıyorum;

Ne zamandır televizyon haberlerini ve gazete 3. sayfa haberlerini okumaya cidden dayanamıyorum.

Sevgilisini öldürüp çocuğunun sakat doğmasına neden olan erkek;
Senelerce karısını döven en sonunda bıçakla doğrayan erkek;
Bursalı üniversite öğrencisi kızın bacaklarını ve cinsel organını kesip dereye atan erkek;
Evden kaçan 2 kız çocuğuna sabaha kadar tecavüz eden erkekler;
Arkadaşları ile buluşmaya giden 45 yaşındaki kadını İETT otobüsüne alıp tecavüz edip gasp eden erkekler;

Daha bu liste uzayıp duruyor.. Hanımlar size sesleniyorum. Bu erkekleri biz yetiştiriyoruz. Nerde hata yapıyoruz. Soruyor muyuz kendimize??

Füsun Demirel'in kızına mektubu. Müthiş bir yazı..

Sevgili kızım Aslı,

Biliyor musun, gençliğimin en dinamik yıllarında hep bebek özlemiyle yaşayıp sonra bu duyguyu ertelemek zorunda kaldığımda kendi içimde çok acı çekmiştim ...erteledim çünkü bu ülkede kadın olmak öylesi zordu ki, bebeğim kız olduğunda onun karşılaşacağı sorunları düşündükce korkuyordum...


Ülkemin geleceğine dair iyilikler düşünmeyi hiç bırakmadım.

Ama en az yirmi yıl bu iyimserlikle bebek sahibi olmayı erteleyip sonunda kararımı verdiğimde ellisine gelmiştim...

İyi de olmuş,çünkü sana ve kardeşin Mehmet'e kavuşmakmış yazgım...2008'de dünyaya geldiğinizde ülkemde hala kadınların acıları, yaşanan dramlar azalmamış tam tersine çoğalmıştı...

Aslında daha karnımdayken sizi izlemeye başladığımda anladım ki dişi ve erkek farklılığı embriyonken başlıyor...

Sen karnımın çoğunu kaplayan erkek kardeşinin tekmelerinden sinmiş, sessizce doğumu bekledin...

Dünyaya geldiğinizde ostrojen hormonuyla korunan dişi bebek Aslı sorunlarıyla hemen başetmesını bildi..

Oysa erkek bebek Mehmet daha kaslı, daha kiloluydu ama bağışıklığı daha güçsüzdü....

Şimdi artık iki buçuk yılı geride bıraktık..bu süreçte sen erkek kardeşinin kıskançlık sebebiyle verdiği tepkilere, şiddet davranışlarına mağruz kalmaktasın... savunmak için sadece ısırmayı yöntem olarak seçtin ama hücrelerine işlemiş anaçlık içgüdüsü seni hiç bırakmıyor... sanki Mehmet benim değil de senin oğlun...

Biliyorum ki birbirinden tatlı, dünya güzeli çocuklarım yaşam boyu birbirlerine sevgiyle kenetlenecek, yokluğumda birbirlerine sahip çıkacaklar...Mehmet feminist bir annenin oğlu olduğu için şansını doğru değerlendirecek ve mükemmel bir kardeş, ileride diğer kızlara da mükemmel bir sevgili olacak...

Aslıcığım,

Bu mektubu belkı uzun yıllar sonra okuduğunda değerlendirebileceksin...o yıllarda ülkemde Kadın Hakları ne durumda olacak gerçekten öngöremiyorum...ancak sana bu mektupla anlatmak istediklerim içini çok açmayacak ne yazık ki...

Sana bir belge bırakıyorum diyelim...

Eğer yirmi yıl sonra ülkemde kadınlar artık kadın olmanın onuruyla sevgi,şevkat,aşkı karşılıksız yaşayabilecekse...

Ve kadının şiddet görmediği, taciz ve tecavüze uğramadığı,onurunun ayaklar altına alınmadığı, onursuzca yasamak yerıne ölümlerden ölüm beğenmediği ve ailesi tarafından infazlara mağruz kalmadığı bir Türkiye olacaksa yirmi yıl sonra...

Sen sevgili kızım, güzel bir Türkiyede gençliğini yaşıyor olacaksın...

Oysa şimdilerde durum çok vahim kızım... çok dramatik..çok utanç verici...


Daha 9 ocak 2011 tarihli gazete manşetlerinden yüzünü kaybetmiş bir kadının,bir eş,bir ananın dramına tanık olduk...Sezgin Ergen..18 yıl önce eşinin kıskançlık nedeniyle şiddetine mağruz kalıp daha sonra yaşadıklarına dayanamıyarak av tüfeğini çenesine dayamiş ve tetiği çekmiş...yüzü parçalanan Sezgin Ergen 18 yılda 60 operasyon geçirmiş ve 3 çocuğunu büyütmeyi sürdürürken maskeyle yüzünü hep gizlemiş...

Şimdi Sezgin Ergen'e yeni bir yüz yapılacak...yüzünü kaybetmiş Ergen yüz nakli operasyonuyla yeni bir yüze kavuşacak belki, ama yüzünü kaybetmiş diğer kadınlar ne yapacak...

Sezgin bu ülkede şiddeti yaşayan binlerce kadının sembolü kanımca...

Sezginle birlikte toplum olarak hepimiz yüzümüzü yitirdik yıllardır...

Kadınlar çağlardır yüzsüz bırakılmış sevgili kızım... Yazar Dario FO'nun eseri Medea'da şöyle seslenir Medea;

"...ve bizi bu kafeslerin ardına mahküm etmeniz onursuzluğun en korkuncuydu...başımızı eğmek için çocukları zincirlediniz boynumuza..aynen bir ineği daha iyi sağmak ve çifleştirmek için kazığa bağlamak gibi...oysa ben, bu kafesi parcalamak istiyorum..."

Kafesini parçalamak isteyen günümüzdeki Medealarsa namlunun ucundaki kadınlardı...

Onlar ya eşlerinin ya da ailenin erkek bireylerinden birinin şiddetine maruz kaldılar, ölüm fermanları yazıldı...

Medea'lar namus cinayetleriyle yokedildiler...bazısı 18'inde bile değildi daha...bazısı ardında bebelerini bıraktı...

Bu dünyada kadın olmaktan başka hiçbir günahları yoktu oysa ki...

Bu dünyanın yasası böyle diyenlere karşı kadınlar çığlığını yükseltemedi...

Oysa bu yasaları biz kadınlar mı düzenledik, biz kadınlar mı alkış tuttuk erkeğin erk ilanına?

Çığlıklarımız fısıltı gibi kaldı egemen erkek dünyasında...

Kadınları önce kafeslere kapattılar...sonra onları örtülerin içine hapsedip ardından "kadının örtünme özgürlüğü" dediler...

Kimse Medea kadar olamadı...kimsenin çığlıgı duyulmadı...

Ülkede kadın tecavüzleri arttı...intiharlar, yargısız infazlar çoğaldı...yasa koyucu erkek dünyası ise kadınların onurlarını yitirmesine aldırmadan meclis kürsülerine dayanayıp ikiyüzlü siyaset yapmayı sürdürdü...

Biricik, miniminnacık kızım... biz bu topraklarda acı yaşamış bir kuşağız...

Acı yaşayıp da engelleyememenin utancıyla başım önümde geziyorum...bu ülkenin aydınlarının yazdığı,çizdiği, oynadığı ve her türlü çaba da güçsüz kaldı "erk" in yarattiğı yasanın karşısında...

Toplumu uyuşturan "dizi dizi" dizilerde ise kadının mağduriyeti, tecavüzü, aldatılmışlığı,ihanete uğramişlığı,aşağılanması, cinsel bir obje olarak boy gösterip kanal kanal salınışı köpürte köpürte kitlelere sunulduğundan kadınlar kendi onursuzlaştırılış süreçlerini izlerken reytingleri arttırıp " erk" in güçlenmesine farkında olmadan katkıda bulundular...

Sevgili kızım Aslıcım,

Bu mektubu sadece sana değil aslında elbette kardeşin Mehmet'e de yazıyorum...onunla paylaşmalısın...

Büyüdüğünüzde size daha adil,daha eşitlikçi, her türlü baskı,şiddet ve yasağın ortadan kalktığı bir ülke bırakamazsak ben kendi kuşağım adına sizden özür diliyorum birtanem...

Ve biliyorum ki sizler kadının bu topraklarda yüzünü bir daha asla kaybetmemesi için çabalayacaksınız...

Gün gelir devran döner...

cesaret,onur,sevgi,aşk...


eşitlik,adalet,özgürlük...

ve her türlü ayrımcılığın asla yaşanmadığı...

insanın insanca yaşadığı...

bir ülkede büyür gelişirsiniz...

bu ülkede...bu topraklarda... herkes kendi yüzüyle... beraberce ... şarkılar ve danslarla yaşarsınız meleklerim...

bu bir masal değil..bu gerçeğin ta kendisi...hala inanmayı sürdürdüğüm bir gerçek...

sizleri çok seviyorum...

annen.

Füsun Demirel

2 Mart 2011 Çarşamba

Sia - Breathe Me (Six Feet Under Finale)

My Love by Sia (with Lyrics)

Arif olmaya lüzum yoktu ama anlayana;

Biliyordum.! Bu kadar şanslı olamayacağımı biliyordum. İçimde ki ses bana söylemişti. Susturmuştum onu. Sevincimi gölgelemesin diye..

İnandırmıştım kendimi.. En inandığım zamanlarda bile içimde ki ses konuşup durmuştu.


Kendimi bok gibi hissedeceğimi bilseydim bu uyarı levhalarını gene görmezden gelirmiydim..

Saçma

Rica ediyorum saçmalamayın yaa. Bloğumu kapatamazsınız. Burası benim. Sordunuz mu bana bi kere..Ya da benden savunma istediniz mi? Niçin bu özgürlüğümü elimden alıyorsunuz.. Almayın hem bu doğru değil.Kefil olmadığım birileri yüzünden sanki evime haciz gelmiş gibi hissettirdiniz bana.  Ben mi yayınladım o maçları blogda da , benim bloğumu kapatıyorsunuz. Niye bu saçma mantık. Sevgili atalarınızı illa andıracakmısınız şimdi bana..Veya içten içe sülalenize mi sayacağım. Değiştirin kardeşim 1960 larda kalmış bu düşünce biçimini. 2 tane arsız talebe yüzünden bütün sınıfı disipline gönderen bu zihniyetin şu anda yaşamıyor olması gerekiyordu.Yo yo doğru değil. Yapmayın saçmalamayın..

1 Mart 2011 Salı

İhtilal sonrası babam;

Hatırlarım 1984 veya 85 civarları .Sanırım ihtilalden sonraki ikinci seçimler. Özal , televizyonun içinden çıkacakmış gibi dolma kalemi ile "İcaraatın içinden" adında bir program yapıyor. Babam :-)) öyle sinirleniyor öyle sinirleniyor ki :-)) küfürün biri binpara..
Hele bir gün, akşam yemeği sırasında haberleri seyrediyoruz. Babam çorba kaşığını üstünde kalan çorba artığı ile tüplü olan güzelim televizyonumuza fırlatıyor..Her bir atraksiyonda babam bize , sanki Rahmetli Özal karşısındaymış ve ona aynı şekilde cevap verecekmiş gibi hissettirdiği için , annem ve ben " Aaaaa ayıp oluyooo amaaaa" sözü ile kendisini kınadığımızı her seferinde bildiriyoruz. Ancak babamın bizi duyduğu falan yok. Zaten biz bize olduğumuz için ayıp olduğu falanda yok..

Nefret ettiğimiz !! başbakan, gün geliyor cumhurbaşkanı oluyor.O gün annem ve ben, Babamın televizyonun karşısında ruhunu teslim edeceğini sanıp panikliyoruz.. Gel zaman git zaman Özal rahmetli oluyor , babam şaşkın.. ilk yorumu ise " hay allah  erken oldu bu ... Ben daha hırsımı almadıydım!!!!"

Ateşli bir akdeniz erkeği olan babam bu dünyadan göçünceye kadar, haberleri izlediğinde o zaman ki yönetim kimse , onlar karşısındaymış gibi söylenip durdu. Armut dibine düşermiş. Sıra meğersem bendeymiş.. Şimdi benim kalbim sıkışıyor her televizyonu açtığımda.. Babamın kulaklarını çınlatıyorum içimden. "Babacım, özür dilerim sen tv ile her kavga ettiğinde sana çıkıştığım için" diyerek şu an ki durumuma kendimce mana buluyorum.

Hiç biri değil ama Demirel'e bişey olduğu takdirde sanırım ikinci kere babamı kaybetmiş  olacağım. Çünkü doğduğum an itibari ile en uzun başta kalan isim.

Arkadaşlar ne yapacağız? Hal çaresi düşünen var mı?