28 Aralık 2010 Salı

Alkol oranı % 101

İçkinin şişede göründüğü gibi durmadığını gösteren bir hafta sonu yaşadım. Hatırlamıyorum ki en son ne zaman bu kadar çok içmiştim.Müthiş eğlendiğimi hatırlıyorum ; sorun neye eğlendin bu kadar diye işte onu hatırlamıyorum. Başım ağrımıyor. Kendimi kötü hissetmiyorum, ağzımın içi pas değil. Gülmenin sadece ruha iyi geldiğini sanırdım. Meğersem, alkole de iyi geliyormuş..

17 Aralık 2010 Cuma

Korkularım;

Küresel ısınma,
Susuzlık,
10 senedir başta olan partinin bu seçimde de kazanması,
Trafik kazası,
Sevdiklerimin kaybı,
Botokslu suratlar,
Sessizce yanıma yanaşılıp yüksek sesle bağırılması,
Boğaz köprüsünde tek başıma yürümek,
Ve birgün senin beni anlayamaman,

40 'larken;

Aynanın karşısında daha az vakit geçiriyorum. Nasıl göründüğümü önemsemiyorum veya biliyorum.
Gazete okumaya daha fazla vakit harcıyorum ,( neredeyse bütün köşe yazarları)
Siyasetle daha fazla ilgileniyorum.
Dostlarımın ihtiyaçlarını daha fazla önemsiyorum,
Daha az eleştiriyorum,
Daha çok anlıyorum,
Haksızlıklara daha fazla tepki veriyorum,
Daha az öfkeli
Daha fazla kayıtsız
Daha kabullenici
Daha fazla sorumluluk sahibi,

 bir hal aldım..


Şaşkınım:-)

11 Aralık 2010 Cumartesi

Bir sene daha bitiyor..

Evet bir sene daha bitiyor. Bugün ilk kar yağdı. Şarap kadehim elimde yağan karı camdan seyrederken canım kıymetlim gitarını tıngırdattı. Ona eşlik ettim. Benim edep görmemiş sesim yüzünden gülme krizine girdik. Ama o çalmaktan vazgeçmedi. Bende söylemekten. Yılbaşı ağacımıza değişen salonda yer bulmakta zorlandık ama bulduk. Sadece gitarı sakladık ağacımızın arkasına, bir aylığına.

Damarlarımda bile hissettiğim bir duygu vardı bugün.. Mutluluk. Enerjim hiç bitmeden çoğaldıkça çoğaldı.. Bunun gerçek nedenini hiç bilemiyorum, belki çok istediğim kar yağdığı içindir...
Biraz önce beynimde çoğalan bir düşünce yumağı oluştu. Şükretmem gerektiğini hisettim.

Mutluyum çünkü sağlığım yerinde ,
Mutluyum çünkü para kazanıyorum,
Mutluyum çünkü nefis yemekler yapabiliyorum,
Mutluyum çünkü kar yağdı.
Mutluyum çünkü nefis bir şarap stoğumuz var .
Mutluyum çünkü Kıymetlim sigarayı bıraktı (ki bu konuya daha sonra geleceğim)
Mutluyum çünkü  saçlarım artık dökülmüyor.
Mutlyum çünkü hem renkli hem orjinalim:..:-)) ve herşeyden önemlisi ;
Mutluyum çünkü beni sevmeyen yok :-))))))))))))))))))))


Sene biterken kendi bloğuma göz attım. Neler yazmışım ve hangi aşamalardan geçmişim.?

Sevgili arkadaşlarım bloğumu okuyup yorumlarını yazı yerine telefonda söylerler genelde Buradan herkese duyuru hikayem bitmedi..Devam edecek:-)) canım Özlemi'im devam edecek , asma suratını :-)


Şimdi geçen sene bu zamanalar evimizi boyatmıştık. Evin içinde sigara içme yasağı getirmiştik. Bu günlerde sevgilim sigarayı bıraktı. Tabii sancılı oluyor ancak bırakmak için çokça uğraş veriyor ve bende ona sonuna kadar destek olmaya çalışıyorum. "Sigara sağlığa zararlıdır"

Bu sene biterken senenin başında dilediğim bir sürü şeyin gerçekleştiğini fark ettim. 31 Aralık gelirken olmayan dileklerimi tekrar dileyeceğim. Ve de en önemlisi bütün sevdiğim insanlara sarılacağım.

Sevgiyle ve en önemlisi sağlıkla,

2 Aralık 2010 Perşembe

HİKAYE BÖLÜM BÖLÜM 7

"Ne diyecektim ne , beni şimdi terk etme mememi  mi alacaklar diyecektim. Kansermişim beni şimdi terk etme ne olur diye mi yalvaracaktım. Ne sanıyorsun  beni nee???? Ne dedin hatırlıyor musun ? Ben dün gibi hatırlıyorum. Hatta hergün sabah bunu hatırlayarak uyanıyorum yataktan. Sorun sende değil bende demiştin evin anahtarını masaya bırakıp gitmiştin. O gün işte o gün öğrenmiştim kanser olduğumu. Doktora gideceğimi biliyordun. Umursamadın bile .Sormadın bana ne oldu ne dedi doktor demedin. Öylece bırakıp gittin. Niye arkandan gelecektim onu anlamadım. Nasıl ölmek istedim biliyor musun?Yoo bilemezsin ? nasıl bileceksin ki. Benim artık çocuğum da olmayacak biliyor musun? Kim dedi sana şimdi bunların sorumlusu sensin diye ?? Belki de sensin . Beraberliğimiz süresince çok mutlu günler geçirtmedin bana. Bir sürü şey yaşadık . Üzüldüm ağladım hatta o zaman sana ne olur terk etme beni dedim. Hatırladın mı ? . Beni terk edeceksin diye delirmiştim korkmuştum sinir krizi geçirmiştim. kapının önüne yatmıştım. Lütfen kabul etmiştin. Keşke o zaman gitseydin. Hiç yanımda durmasaydın. Neden gitmeye kalktığını ve  sana yalvarırken seni mutlu etmek için daha ne yapmam gerektiğini bilmiyordum bile :-).. Haa yooo hatırladım. Sen eve geldiğinde kapıyı açmıyordum böyle demiştin Seçil'e . Yani beni terk etme nedenin sana kapı açmamam. Hahaha üstelik  kapı zili çalmıyordun ve kapıyı anahtarla açtığını unutmuştun sanırım bunu Seçil'e söylediğinde. Öfkeliyim evet demek hemen anladın ! Hayır beni terk etmene öfkeli değilim. Haber vermeden evime gelmene öfkelendim. Müsait olmayabilirdim. Hiç bunu düşünmedin sanırım. Niye düşünesin ki. Bu kadın benim nasıl olsa fino köpeğim. Ben ne zaman gelsem hep bıraktığım yerde diye düşündün. Artık çok yanılıyorsun. Senin bıraktığın yerde değilim. Çok uzaklardayım.

Bu geçen zaman ve hastalık bana çok şey öğretti. Sol memem yok. Saçlarım ve kirpiklerim yeni çıktı. Mememi yaptırmayacağım çünkü kendimi böyle daha güzel hissediyorum. Mememe her bakışımda gücümü hatırlıyorum. ve senin terk ettiğin sümüklü kız olmadığımı ..Üstelik beni bu şekilde beğenenen bir erkek arkadaşım bile var. Beni dibine kadar kadın hisettiren bir erkek. Sen bunu bana çift memeyle bile hisettirmemiştin.İşlerim yoluna girdi. 2 proje aldım. gece gündüz bunlara çalışıyorum. Sanırım önümüzdeki ay ilk projeyi bitirip teslim ederim. Paramı alır almazda ilk işim seyahate gitmek olacak.

Daha ne bekliyorsun, git artık. Tüketme beni. Gördün herşeyi işte sana ihtiyacım yok benim. Senin bana ihtiyacının olmasıda beni zerre kadar ilgilendirmiyor.

Hayır artık seni sevmiyorum.

Hakkını helal et. ben helal ettim. "

Not: Fotoğraf facebook İstanbul sayfadından alıntıdır

24 Kasım 2010 Çarşamba

Hikaye Bölüm 6

Bir kaç gündür esen lodostan dolayı ağrıyan başı ağzının tadını kaçırmıştı. Arkadaşına kahveyi ikram etti. Oturdu. sol gözü ağrıdan görmüyordu. Aldığı ağrı kesicilerde onu aptala çevirmişti. Fakat arkadaşı o kadar zor durumdaydı ki bugün değil yarın görüşelim diyemedi. Onu toparlamak ve en azından bugün için moralini yükseltmek için birşeyler demeliydi..

"Bak hayatta bazı şeylerin bazen bir nedeni yoktur. Sadece olur. Bunuda lütfen böyle kabul et. Neden diye sorguladıkça daha bir çıkmaza girersin. Hastalığının bir nedeni yok. Ya da var. Bilmiyoruz. Sadece yaşadın ve bitti. Ondan ayrıldın. Çok seviyordunuz birbirinizi , ama bitti. Nedeni yok. Keşke hasta olmaya devam etseydim de O hep yanımda kalsaydı diyorsun ya ... İşte bunu yapma kendine. Evet sen hasta iken yanından ayrılmayan sevgilin vicdanlı biri fakat sadece vicdanı için senin yanında. Bunu görmezden gelme . Sana olan sevgisini bir yerlerde kaybetmiş. Biliyorum çok acı çekiyorsun yakın zamanda bende çektim böyle bir acıyı. Bana hastasın dediklerinde tek başımaydım daha doğrusu ondan yeni ayrılmıştım. Senin gibi göğsümü aldırdığımda gene senin gibi ölmek istedim. Ama bitti. Bak tekrar hayata döndüm. Bir kaç gün önce onunla karşılaştım. İki yabancı gibi selamlaşmadık bile. Beni artık sevmediği için onu suçlamayı çoktan kestim Çünkü böyle olmasını sanırım O da istemezdi."

Konuşmaktan  sıkıldı.  Kahveyi sehpaya bıraktı. Gözlerini kapatı.  Bu defa kendi içinden " Bu lanet ağrı ne zaman bitecek diye söylendi.

29 Ekim 2010 Cuma

HİKAYE BÖLÜM 5

Kaç saattir burda bu koltukta olduğunu hesaplayamadı. Müthiş sıkılmış ve bunalmıştı. Yaptığı projeyi şirket sahibine hiç beğendirememiş, fakat toplantının bu şartlarda kısa sürmesini beklerken bir türlü kurtulmayı başaramamıştı. Komik adamdı şirket sahibi.. Boyu çok kısa fakat çok esprili bir adamdı sürekli komiklik yapıyordu. Bir ara kendisine kur yaptığını düşündü..Sonra bu düşüncesinden vazgeçti. Dışarıya baktı ne idüğü belirsiz bir hava vardı. Güneşsiz ama sıcak.Gereksiz uzayan konuşmayı adamın sekreteri böldü. ....Bey .... Başkanı telefonda acil dediler... Aynı anda masadaki 5 kişi ayağa kalktı. Herkes mi sıkılmıştı?İçinden derin bir oh çekti.Kalsik ayrılma seronomisi.. Kartvizit trafiği..

Şirket  dışına çıkıp arabasına doğru gitti. Sıcak hava canını sıkmıştı. Arabasını koyduğu yere geldiğinde canı daha çok sıkıldı. Arabasının arkasına bir araba daha park etmişti. Parke taşlı yoldan tekrar ince topuklu ayakkabıları ile geri gitti. şirkete girdi resepsiyona yürüdü. Sıkıntı ve sıcaktan kızarmış suratı ile tıslayarak " Arabamın arkasına bir araba park etmiş rica etsem haber verir misiniz? " Resepsiyon görevlisi eliyle bir saniye işareti yapıp telefonda görüşmesine devam etti. ALLAH CEZANIZI VERSİN GERİZEKALILAR dememek için kendini zor tuttu...

Resepsiyondaki deri koltuğa kendini bıraktı. Karnının acıktığını fark etti.Ama bu allahın unuttuğu yerde yiyecek bir şey bulamayacağını tahmin etmişti. Resepsiyondaki bankodan kafasını uzatan görevli hanım "Haber verdim efendim şimdi arabayı çekmeye gelirler" Hele şükür..

Merdivenlerden acele inen adama baktı."Tanıdık mı bu? yok canım olamaz ! Bu o !!! Aman allahım !!!

Resepsiyon görevlisine mahcup gülümseyen adam "Kusura bakmayın hemen çekiyorum" derken göz göze geldiler. Adam dondu. Kadın dondu. Zaman dondu...

Adamın yüzündeki pençe kızarıklıkları gördüğünde onun heyecanladığını fark etti. Bu kısa(olduğunu sandığı)duraksamadan sonra herşey hızlı bir şekilde ilerlemeye başladı . Her ikiside bu bu durumum can sıkıcı olduğunu birbirlerine anlatır bir tavır sergilemeye başlamışlardı.

Kendisininki roldü.. Hayır onu görmekten çok mutluydu. Çok heyecanlıydı. Konuşmak istiyordu. Sesini duymak istiyordu.Hatta boynuna sarılmak istiyordu. Ama nafile.. Oturduğu yerden doğruldu. Adamın kapıdan çıkışını bekledi. Biraz daha oyalandı. Onun uzaklaşmasını bekledi.gözleri doldu. Kalktı çantasını omuzuna attı. En yavaş şekilde arabasına doğru ilerlemeye başladı.

Arabasına vardığında onun çoktan arabasını çekmiş olduğunu gördü. Kendi kendine söz verdi . Evine gidinceye kadar ağlamaycağına.

Arabasına bindi. Kendine verdiği sözü tutamadı. Göz yaşlarının akmasına hakim olamadı . Onu böyle görmemesi için dua etti.

27 Eylül 2010 Pazartesi

Hikaye Bölüm 4

Cep telefonuna belki elli defa baktı. Arayan var mı? diye. Aramıyor ? neden hiç merak etmiyor diye düşünürken içi sızladı. Son olduğunu bilmeden görüştüğü o  son kez , duymuştu onun doktora gideceğini Giderken hata bende demişti, Sana layık olamıyorum demişti. Sen daha iyilerine layıksın demişti. Şimdi ihtiyacı vardı  ona her zamankinden çok...

Koca toplantı masasında bilgisayarını çıkartıp fişe taktı, Kahverengi duvarlar ve bordo koltuklar kendisini kötü hissetmesine neden olmuştu. Cep telefonunu sessize aldı. içeri giren çaycıya bir bardak soğuk su söyledi. Beklemeye başladı. On dakika sonra içeri 3 kişi girdi. Enerjik tavırları kasvetli toplantı salonuna biraz renk getirmişti. Kendisini iyi ifade edebilmek için ayna karşısında bir saat çalışmıştı :-) Aynı enerjik tavırla o da kendini tanıttı. Önce sohbet edildi bir kaç dakika kadar. Sonra hazırladığı projeyle ilgili görüşmeye başladılar. Projesiyle ilgili bilgi verdi.

Bu şirket patronunun sanırım işi yok diye geçirdi içinden. Projedeki lambanın yerini bir buçuk saattir  kendi aralarında tartışıp çözüme ulaştıramamalarına gıcık olmuş burda harcadığım vakte acıyorum yarrabbim diye yalvaran gözlerle satınalma müdürüne baktı ardından da saatine.

Baharda yazı aratmayacak olan sıcak ve Mecidiyeköy'deki kalabalık gene mide bulantıma neden oldu diye düşünürken aklına sabahtan beri hiç bir şey yemediği geldi. Evde yiyecek bir şey yok. Canım zaten yemek yapmakta istemiyor. O gittiğinden beri mutfağa girmemişti. Buzdolabındaki peynir muhtemelen rokfor kıvamına gelmiş domateslerde organizma üretmeye başlamıştır diye düşünürken buzdolabındaki kokuyu hayal edip tekrar midesi bulandı.

Kendini acil tarafından taksiye attı. Kafasını cama yasladı. Yüzünün  bembeyaz olduğunu hissetti. Taksi şoförü ona bakıp "hastaneye gidelim isterseniz iyi görünmüyorsunuz" dedi. Kuruyan ağzından boğuk cümlelerle "gerek yok karşıya lütfen" diyerek gözlerini kapattı.

Gücü kalmıyordu.  Bir aydır hergün daha kötü hissediyordu kendini. Hiç geçmeyecekmiş gibi acısı gittikçe büyüyor. Gözyaşlarını bir türlü akıtamıyor akıtamadıkça boğazındaki yumru büyüyor, boğazındaki yumru büyüdükçe midesi küçülüyordu.

Kendimi bırakmıyacağım dedi fakat kendisi de inanmaıştı...

26 Eylül 2010 Pazar

Hikaye Bölüm 3

Düşüncelerimi fırına koydum:-) pişmeleri için derken buldu kendini. Tek başınaydı ve sesli konuşmuştu. Gülümsedi. Votka vişne hazırlayıp ayağını uzatıp oturdu. Bir süreliğine borçlarını , onu terk eden sevgilisini ve cuma günkü doktoru düşünmemeye karar verdi. Votkasını yudumlarken Vivaldi'nin dört mevsimine kendini bıraktı. Herşey yoluna girecek diye düşündü. Girmeli. Benim buna gücüm var.

25 Eylül 2010 Cumartesi

Hikaye Bölüm 2

Plazadan aşağıya indi. Kapının öünde ciğerlerine oksijen çekmeye çalıştı ve aynı zamanda boğazında ki düğümü yutkunarak yok etmeye.. Gözlerinde biriken yaşları boşaltmak ve rahatlamak için nelerini vermezdi ama etrafta bu kadar insan varken cesaret edemedi. Fulya'nın tam ortasında biraz önce çıktığı plazanın önünde korna seslerinin arasında öylece kaldı.

Elini çantasına atıp bir sigara çıkardı. bir süre çakmak aradı. aynı anda çalan telefonunu çantasının içinde bulmaya çalıştı. En sinirlendiği şeyin her gün en az 5 defa başına geldiğini fark etti. Çantasında aradığı hiç bir şeyi bulamamaya deli oluyordu. Ne çakmak ne telefon.. Israrla çalan telefonunu duymazdan gelip yan tarafında sigara içen genç kızdan ateş istedi ve yolun kenraına yürüyüp taş çiçekliğin kenarına oturdu.

Yüzde 20 şans demişti Doktor . Bo çok az değil mi Doktor Bey demişti. Sanki şansını arttırmak doktorun elinde imiş gibi. Elimizdeki teknoloji ile  şansınız bu kadar ne yazık ki. Üzgünüm demişti. Tedavı  için lütfen gecikmeyin. Salı günü bekliyorum ... Hımm ne ? neden ben ? neden neden????


Taksi çevirdi. İş çıkışı olması yüzünden artan trafikten kaçmak istedi. Ama tek başına kalmaktanda korktu. Saçma uyuşukluk ve uyku hali gene bastırdı. Son zamanlarda sıkça oluyordu. Taksi şoförüne gideceği yeri söyledikten sonra gözlerini kapattı. Uyuşuklukla birlikte mide bulantısını gidermek için camı açtı.

Herşeye baştan başlayacağım gene diye düşündü. Baştan..

21 Eylül 2010 Salı

HİKAYE BÖLÜM 1

Geç uyumuştu, ama erken uyandı. Yataktan kalkmak istemiyordu. Bir süre daha gözlerini kapalı tuttu. içinde ki kime olduğunu bilmediği öfke aklına geldi. Uzun zamandır işleri hep ters gidiyordu.Evini satamıyor, baş belası kiracısından kirayı alamıyor sonuç olarakta ev kredisini ödeyemiyor üstüne üstlük bir sürü firmayla görüştüğü halde verdiği teklifleri bir türlü paraya çeviremiyordu. Yataktan kalkıp duşa girmek için hamle yaptı. Kendi ter kokusundan artık rahatsız oluyordu. Sonra o garip uyuşkluğu hissetti ve vazgeçti. Kiracısının kirayı ödeyececiğini sanıp ne zamandır almak istediği ve aldığı kahve makinesinin başına gitti. Sigarayıda fazlalaştırmıştı. Kahveyi yaptı. yarı çıplak TV nin önüne geçti. Bitkin uyuşuk ve bezmiş olarak gözünün çapaklarını yüzünden elinin tersi ile silerek salak sabah programlarını seyretmeye başladı. saate baktı sekizi çeyrek geçiyordu. Gün içindeki sonunda iş çıkmayacağına emin olduğu randevuyu kibarca erteleyip çöp eve dönen evini toprlamaya başladı. Bir saat kadar bununla uğraştıktan sonra bir kahve daha yaptı. Bugünün diğer günlerden farkı yoktu ama hep bir ümidi vardı bir sürpriz bir mucize ... İnsanın ayakta tutan şeyin sadece ümitleri olduğunu gayet iyi biliyordu. Ve hep ümidi vardı. kimi zaman az kimi zaman çok. ..

13 Eylül 2010 Pazartesi

Gözünü sevdiğim eylül,

Bana hep bir hüzün veren eylül  ayı ilk defa bu sene geldiği andan itibaren mutlu etti. Bloğumu ne zamandır boşladığımı  fark ettim. Kendi kendime kaldığım ilk anda birşeyler karalamamın gerekliliğini fark ettim.


Fazla sıcak bir yazdan sonra şöyle püfür püfür esen , karadenizin bir köyünde tatil yaptık. beni en çok etkileyen denizin vahşiliği idi. Denizi seyrederken bu öfke ve vahşiliğin karşısında , ne düşüneceğini açıkçası şaşırıyor insan. Bakmaya ve etrafı keşfetmeye doyamıyorsun. En önemlisi bana ,bu vahşi deniz yalnızlığı çağrıştırdığı için (her ne kadar uzunca bir süredir beraber olmuş ve birbirimizi kanıksamış  olsakta) sevgili eşimin her durumda yanımda olmayı seçmiş olmasını tekrar hatırlayıp kendimi çok mutlu hissetttim.. Sanırım bana öğrettiği tavlada yenilmeye başlayınca oldukça mutsuz oldu ama bu tatilde o kadar mutsuzluk olsun :-)

27 Temmuz 2010 Salı

Ağustos böcekleri,

Sıcaklarla aram kötü değildir. 45 derece sıcak benim için sadece sıcaktır. Asla çok sıcak değildir. İnsanlar sıcaklarda bayılırken , ben de sadece uyku hali oluşur. Sıcakların gelmesi ile tahammül edemediğim şey, sivrisinekler ve cır cır böcekleri... Hadi sivrisinekleri bir şekilde ilaçla milaçla hallediyorlarda bu cırcır böcekleri hiç susmamacasına sabah akşam devam ediyor ya , işte o fena. Uykumun , yere kibrit tanesi düşse bölünecek kıvamdaki hafifliği  yüzünden bu cırcır böceklerinin sesi ile uykunun mayasını tutturabilmek benim için imkansız. Bu yüzden sabah ezanı ile uyanıp , güzelim maznaranın fotoğraflarını çektim. Benim için 30 senedir bir rituel haline gelen bu ev; tatil için dünyanın neresine gidersem gideyim ,Bodrum daki evimize uğramadan tatil yaptığımı anlamıyor olmam dolayısı ile kendimi bu tatildede ferahlamış ve uykusuz kalmış olsam bile relax bir halde İstanbul'a attım..

Tekrar tatil yapabilme olasılığım olur mu bu sene bilmiyorum. Ama çok istiyorum:-))))

Sevgiyle,

24 Temmuz 2010 Cumartesi

Sevdiklerinize sarılın. Sevdiğinize ve sevildiğinize inanıyorsanız asla vazgeçmeyin..Ben sevdiğime sarılmak için gün sayıyorum..

Sevgilerimle

Hayran olduğum kadın FRIDA;

.
Kötü günümde yanımda olmadığın zaman vazgeçtim.

Canın sıkıldığında benimle paylaşmadığını, kırılacak
 veya tedirgin olacak olsam bile düşüncelerini açıkça söylemediğini anladığım zaman vazgeçtim.

Bana yalan söylediğini anladığım zaman vazgeçtim.

Gözlerime baktığında kalbinle bakmadığını ve bana hala söylemediğin şeyler olduğunu hissettiğimde vazgeçtim.

Her sabah benimle uyanmak istemediğini, geleceğimizin hiçbir yere gitmediğini anladığım zaman vazgeçtim.

Düşüncelerime ve değerlerime değer vermediğin için vazgeçtim.

Ağrılarımı dindirecek sıcak sevgiyi bana vermediğinde vazgeçtim.

Sadece kendi mutluluğunu ve geleceğini düşünerek beni hiçe saydığın için vazgeçtim.

Tablolarımda artık kendimi mutlu çizemediğim ve tek neden "sen" olduğun için vazgeçtim.

Bencil olduğun için vazgeçtim.

Bunlardan sadece bir tanesi senden vazgecmem için yeterli değildi, çünkü sevgim yüceydi.

Ama hepsini düşündüğümde senin benden çoktan vazgeçtiğini anladım.

Bu yüzden ben de senden vazgeçtim.

Frida Kahlo
Ekleyen::Demhane

22 Temmuz 2010 Perşembe

Bıkma yaşa;

Bir kaç gündür Bodrum da keyif alemindeyim. Çok yoğun bir 6 ay geçirmemiş olmama rağmen bünyem yorulmuş. Ne zaman mı anladım? Denizden çıktıktan sonra gölgeye geçip hafif bir meltem rüzgarı ile uyuyuncaya kadar. Öyle bir uykuydu ki ölmüşüm gibi. Gözümü kapattım ve tamamen başka bir aleme geçiş yapmışım. Geçiş yaptığım alem :-) uzun zamandır hayallerini kurduğum ofis:-))) işlerim deli gibi yoğun , deri koltuğuma sırtımı yaslayıp "Evet ya tatil zamanım gelmiş" diye karşımdaki müşterime söyleniyorum çayımı karıştırırken.

Gözümü açtım , gerçek aleme adımımı atmıştım. karşımda masmavi ege denizi, sehpada uykuya dalmadan önce bırakılmış ısınmaya yüz tutmuş biram.  Gerçekten yaşıyormuşum gibi :-))) gördüğümü sandığım rüya o kadar mutlu etmişti ki beni karşımdaki biraz sonra atlayacağım denizi gördüğümde hissettiğim hayal kırıklığını anlatamam.:-) Öfkeyle karışık hayal kırıklığı ile elime aldığım Sevgili Aydın Boysan 'ın "Bıkma yaşa" kitabını hırsımdan denize atacaktım.

Şimdi bu bana "Babam ve oğlum" filminde çocuğun babasına "Baba insanlar büyüdükçe hayaller küçülür mü" cümlesini anımsattı. Şezlongu biraz daha gölgeye çekerek, söylendim durdum.. "Koca salak ofis kuracağının rüyasını göreceğine , piyangodan para çıkacağının hayalini kursana.. Zaten ne yaman çelişki , çayı şekersiz içeli 20 sene olmuştur, neden rüyamda çayımı karıştırıyordum ki....

Hayallerimi ne zaman küçülttüğümü hatırlamıyorum :-))) Hem o ofisteyken de elimdeki buz gibi bira ile mor plajda şemsiyenin altına uzanmanın hayalini kuracağıma yüzde bin beşyüz eminim..

Hiç işte "BIKMA YAŞA"

Sevgiyle,

6 Temmuz 2010 Salı

Sene 1992:-)

Sene 1992. (Tevellüt eski olunca konuya Sene 19.. diye giriyorsun:-)). Herneyse O zamanlar başımda gerçek anlamda kavak yelleri, birde üstüne üstlük uçuş hostesiyim. Hergünü birbirinden değişik güzel geçen günler. hergün değişik bir yerde değişik bir ülkedeyim. Birde deli gibi para kazandığım ve harcamaya yer bulamadığım(sanırım bir daha böyle deli gibi para kazandığım bir dönem olmadı) bir sene bu 1992:-)

Bir kaç arkadaş yoğun tempodan  kaçarak o zamanlar adı yeni yeni tatil merkezi diye duyulmaya başlamış olan Bodruma gittik. Kimimiz rapor aldı kimimiz senelik izin. Adını tam hatırlayamadığım bir otel de kaldık.Mandalin gibi bişey olabilir emin değilim. Bütün heryerde plajlarda barlarda Levent Yüksel çalıyor. O çok ünlü TUANA  şarkısı.

Belikde o seneden sonra hiç bir zaman bu kadar çılgın güzellikte eğlendiğim nefis bir tatil yapmadım. Çünkü zaman içinde tatil anlayışımında ciddi biçimde değişiklik oldu:-) .(Sadece uyku deniz ve kitap)

Neden mi yazdım:)?

O tatile çıktığım üç kader arkadaşımın ikisini 2000 yılında temmuzun 5 inde  bir trafik kazasında ne yazıkki kaybettim. Üçüncü arkadaşımıda biraz önce öğrendiğim kadarıyla aynı sebeple kaybetmişim..

Rahat uyuyun melekler...

29 Haziran 2010 Salı

Uffff

Lütfen hafta sonuna kadar bu hava düzelsin. Çünkü çok sıkıldıııııımmmm bu havadan . zaman gidiyor yaz bitiyor ve hala güneş yokk kardeşim nerdesin güneşim

28 Haziran 2010 Pazartesi

Güneş nerede?

28 Haziran 2010. Sabah kaslarımın ağrısı ile uyandım. Yorgunum . Hareket etme isteğim yok. Fakat iş beni bekliyor.

Bu ara hep birşeyleri kaçırıyor muşum gibi hissediyorum ya işte bu benim canım sıkıyor. "Deniz kokusu , güzel bir meltem,  Ağaç altı gölge ve katılarak güleceğim komik bir olay"  işte zamanın durmasını istediğim an.Salise bile kıpırdamasın . Sanırım bu ara bana verilecek en güzel hediye bu olurdu. Çünk ben sürekli yarın için yaşamaktan  vaz geçemedim. Yorucu bir duygu inanın.

Yaz ayında olmamıza rağmen dinmeyen yağmur benim hafif depresif halimi tetikler nitelikte. Hayatta en çok zorlandığım nokta :-) kendi huyumla ilgili bazı davranışlarımı , kenimi daha iyi hissetmek uğruna değiştirmeye çalışıyor olmam. İnsanın kendi iradesi ile savaş hayattaki en zor savaş. O yüzden bir sürü insan zayıflayamıyor ya:-)" İrade" herneyse..

Bugün pazartesi ve haziranın son haftası. Yani söylemek istediğim ben yarını düşüne düşüne haziran ayının kurutmuşum... Keyfini süremeden , bir yaz ayı da böylece tarihin eski yapraklarına gömülmüş oldu. Kayda değer bir olay olmadığı için bu haziran ayını hatırlamayacağım da. Yaşadım ama gene ortada bişey yok hissinden kurtulamayacağm.

Bekle beni Ağva -))


Sevgiyle

19 Haziran 2010 Cumartesi

Babalar günün kutlu olsun Babacım..

Senin nefesini hissetmeyeli tam 10 yıl oldu. Özledim Babacım çok özledim varlığını herşeyini..
Babalar günün kutlu olsun Babacım ..

17 Haziran 2010 Perşembe

Suç ve Ceza= Kader ??

Gazete okurken gözüm bir habere takıldı. 2 kadın kandırılarak getirildikleri evde 9 saat boyunca işkence ve tecavüze uğruyorlar. Bir tanesinin iki, diğerinin 1 çocuğu var. Bu işkenceyi yapan erkeklerin ünvanı ise gazetede " iş adamı " diyerek geçiyor .
Hangi insan hangi ruh hali içersinde böyle bir zulmü yapabilir inanın sizin gibi benimde aklım almıyor. Sadece hastalıklı bir insan beynine sahip olduklarını düşünüyorum. O zaman benim için daha anlaşılır oluyor. ( Burda ki anlaşılır olan kadınlara yapılanlar değil tabii zorbaların ruh hali. )
Böyle bir suçun cezası ne olmalıdır?
Nasıl bir ceza verilirse mağdurların gerçekten ruhları huzur bulur? Bu kadınların yaşadığı bu olay ne büyük bir şanssızlıktır ve niçin bu kadınların başına gelmiştir de diğer Ayşe Ablaların değil ?

Peki insanlar bunları yaşamak için ne gibi bir günah işlemiş olabilirler ki? Yoksa hayatın matematiği böyle çalışmıyor mu? Yanlış yerde yanlış zamanda bulunmak veya yanlış insanlarla ahbaplık etmek bizim hayatımızı ne kadar karartabilir?

Yaşam bize verilmiş bir hediyeyse peki bizim bunu nasıl koruyacağımızın anlatıldığı el kitabı nerede? Ya da niye yok?

Dıaşrıda kıpırtısız bir hava . Etrafımda ve dünyada olanları anlayamamaktan dolayı kafamın içide bir o kadar kıpırtısız.. Neden sorusuna cevap bulabileceğim bir hayat yaşamak istiyorum çok mu?

Sevgiyle,

27 Mayıs 2010 Perşembe

Bunaldım;

Bu sinirimi neye borçlu olduğumu bilmiyorum. Sanki herşey üstüme üstüme geliyor. Ağlamak krizine girerken gülme krizine giriyorum. Sonuca doğru giderken sakin olamıyorum. Senelerin hırsını alır gibiyim herkesten. Sonuç 5 gün sonra çıkacak ve ben kendimi en olumsuza alıştırmaya çalışıyorum. Nasıl zor bir süreç bilir misiniz bu. Ömrümün son 5 günü gibi...

15 Mayıs 2010 Cumartesi

Doğmamış çocuğum benim,

Mesela kime benzeyecek? Beni sevecek mi? Kokusunu içime çektiğimde bütün dünyalar benim mi olacak? Koyduğumuz ismi hakkında ne düşünecek, inatçı mı olacak? Arkadaşları sevecek mi? O arkadaşlarını sevecek mi? Kıvrak bir zekası mı olacak yoksa düz bir zekası mı? Anne ve babasına müdahale edecek mi? En çok annesinden mi yoksa babasından mı korkacak? En çok hangi rengi sevecek? Çok mu ağlayacak? Yoksa kafasını kırsa umursamayacak mı? Yalan söyleyecek mi? Başarı hakkında ne düşünecek? Başarmayı sevecek mi ? Hangi mesleği seçecek? Sevdiği insana nasıl davranacak.? Sevdiği insan ona nasıl davranacak? Bize "anne bana mı sordun beni doğururken" diyecek mi? İstediği şeyleri tutturup bizi canımızdan bezdirecek mi? Çok mu yaramaz olacak? söz dinlemeyecek mi? İnsanlar çocuğumuz yüzünden bizi evlerine davet etmeyecek mi? Kız mı olacak erkek mi? Sağlığı nasıl olacak? Kalbim pır pır... Şans , lütfen bizim yanımıza ol.

13 Mayıs 2010 Perşembe

Burdayım;

Bir baktım Mayısınn 12 si olmuş ve ben bir kelime dahi yazmamışım. İçimden gelmiyor bu ara . bir takım beklentilerimi ne yazık ki burası ile paylaşamıyorum, en azından şimdilik. Geleceğim güzel güzel yazılarla. Şimdilik yazacaklarımı biriktiriyorum..

Sevgiyle,

28 Nisan 2010 Çarşamba

Birinin Sevgilisi Olmak..



Birinin sevgilisi olmak..

Başka hiç kimse tarafından dokunulmamak, konuşulmamak, bakılmamak hatta!

Bir...az korunmak, biraz şımarmak...

Bir kaç çeşit yemek yapmak, İstiklal caddesinde sıkı sıkı elini tutmak, belki film izlemek ama mutlaka çekirdek çitlemek, bi yerlerde çay içmek, Pazar sabahı kahvaltısı etmek uzun uzun, sahilde yürüyüş yapmak gibi küçük ama zor heveslerim var!...

Kek yapmayı da öğrenmek lazım aslında bi ara!

Sabahları uyandığımda "günaydın sevgilim" mesajları görmek istiyorum telefonumda. Gün içinde özlediğim birisi olsun istiyorum. Özlemek istiyorum birini. Çok özlersem dayanamayıp gidip sarılmak istiyorum. Dayanamamak istiyorum!

Çalışırken, düşünmek istiyorum sonra onu! Aklımda olduğu için gülümsemek istiyorum ara ara... Gülümsediğim için daha çok çalışmak...

Birini sevmek istiyorum; hiç kimseyi sevmediğim gibi, biri sevsin istiyorum beni, hiç sevilmediğim gibi...

Biri o kadar çok sevsin ki beni, hatalarımı da sevsin istiyorum!

O kadar çok sevsin ki; hata yapmaktan ödüm kopsun!

Kıskansın istiyorum biri beni! Sorsun istiyorum "neredesin" diye, "Hımm kim aradı bakayım" diye! Ben sormam ama, korkmasın. O sorsun..

Biliyo musun ne oldu?" ile başlayan heyecanlı cümlelerimin sonuna kadar tahammül etsin istiyorum biri bana. Mutlaka ipe sapa gelmez bir şey olmuştur ama dinlesin sonuna kadar. Ya bi yavru kedi macerası ya da işte ona benzer bir şeyler olmuştur.

Ben de her seferinde sanki bahçeyi kazmışımda hazine bulmuşum gibi heyecanla ve öneminin üzerine basa basa anlatırım ya, dinlesin işte. "Ya, evet, çok mühim bir şeyler olmuş" falan desin bi de sonunda...

Birinin elini tutmakla, birinin elini, sıkı sıkı tutmak arasında çok fark var!

Ya tutarsın ya da tutmazsın ya da, tutmuş gibi yaparsın işte.

Ben yapmam!

Bunu zaten bilirsin.

Kimin elini tutacağını yani.

Deneyerek bulmazsın.

Sadece bilirsin.

Bilmek!

Açıklaması yok.

Ve ben elini sıkı sıkı tutmayacağımı bildiğim hiç kimseyle İstiklal caddesine gitmeyeceğim!

Heyecanla ve özene bezene olmadıktan sonra kimseye yemek yapmayacağım!

Repliklerin bir anlamı yoksa, kimseyle film seyretmeyeceğim.

Zaten çekirdeği unutsun bile, asla olmaz:):)

10 Nisan 2010 Cumartesi

Biten aşklar müzesi..(bölüm 1)


Nisan ayı , doğa uyanıyor. İnsanın içini sızlatan bir rüzgar var. Kemiklerine işleyen. Halbuki camın arkasından güneş, hiç üşütmeyecekmiş gibi pasparlak..


Bahar, herkese yaşama sevinci verirken benim canımı acıtıyor. Hatırladıkça olanları ,içimdeki boşluklarımı anımsatıyor .Artık zamanı saymıyorum. Çünkü her sayışımda senden daha mı uzaklaşıyorum ne. İlk zamanlar dolu dolu acı yaşarken zaman geçtikçe yerini hayattan beklentisiz bir dinginlik aldı. Yaşıyorum ve farkındayım yaşadığımın. Sen giderken ölmek istemiştim halbuki. Etimi koparıyorlar gibi acı çekiyordum. İçime kezzap döküyorladı sanki öyle yanıyordu içimdeki her organ. Çektiğim acıdan kamburum çıkmıştı.Kendimi kaybetmiş gibi hep ağlıyordum. Ne sabah kalkasım vardı yataktan ne akşam. Hergün bir birine benziyordu. Yemek yemek zul olmuştu bana .. yoksa kendimi aç bırakarak ölmek mi istiyordum??? hatırlamıyorum..

Kendimi suçluyordum bizi bu duruma getiren herşeyden. Öfkeliydim. kendime anneme , kapı komşumuza , senin ailene , herşeye.. Bir sana kızamıyordum... Kızamıyordum dedim ya:-) Şimdi de kızamıyorum:-) Ama artık kimseye kızamıyorum.


Senelerce atlatmak için uğraştığım bu aşk kazasından geriye bende ne kaldı diye bakmak istedim bugün ...


Aldatıcı Nisan. Camın arkasından yansıyan güneş gibi aldatıcı nisan. Meğer seni unutmaya çalışırken çektiğim acıdan mıdır anlayamadığım şekilde herşeyi unutmuşum.Unutmak kolay olmadı demek isterdim.İnan hatırlamıyorum kolay mı oldu zor mu oldu.. Üzgünüm ki bizden geriye bende hiç bir şey kalmamış.. Neden mi üzgünüm?. Yaşarken unutulmayacak bir aşktı bizimki sanki. Öyle sanmışım.


Seni tam olarak ne zaman tarihin silik yapraklarına gömdüm bilmiyorum. Senin beni ne zaman gömdüğünüdüne merak etmiyorum. Açıkçası önemsemiyorum. Benim tarihimde sana yakışmayacak bir yerdesin. Ve ne yazık ki bunu hiç bir zaman düzeltemeyeceksin.


09/Nisan / 2002 Tuna'ya sevgilerle .



31 Mart 2010 Çarşamba

Quantum fiziği nedir? (Alıntıdır)

3 temel bulgu sonucunda hayata geçmiş ve ortaya çıkmış olan fizik dalı.

1900 yılında max planckın ışın enerjisinin kuantalanmış olduğu kuramına dayanarak kara cismin ışımasını incelemesi*, einsteinın planckın varsayımını yeniden ele alarak yazdığı fotoelektrik olay 1905 yılında yayınlanan makalesi ve son olarakta atom içindeki elektronların enerjisinin kuantalanmış olduğu varsayımına dayanarak atomların tayf çizgilerinin açıklandığı bohr atom modeli

aslında kuantum kuramının başlangıcı einsteinın makalesidir. planckın varsayımı ve bohrun modelinin aksine fotonun bulunması ve kuantum kavramının ortaya çıkmasını sağlamıştır.
ilk kuantum olgusu klasik fiziğin iki temel kavramı durumunda olan dalga ve parçacık olgularına indirgenemiyecek olan fotondur. zira tanım formülü olan e = nw bağıntısı e gibi parçacık türünden bir kavram, n gibi bir sabit ve w gibi bir dalga kavramına bağımlıdır.
işin aslında klasik kuramlar kuantum kuramının değişik yaklaşımlarıdır, bu klasik yaklaşımlar etki tipindeki fiziksel büyüklüklerin n e göre çok büyük oldukları tüm durumlarda geçerlidir ancak etki büyüklüğünün küçük olduğu durumlarda kuantum kuramına başvurmak kaçınılmazdır. bununla birlikte kuantum kuramının işe karıştığı bölge sadece mikroskopik değildir karacismin ışıması, hiperakışkanlık ,laser maddenin kararlılığı kuantum kuramı dışında açıklanamayan örneklerdir.

özünde tüm maddelerin, tüm enerji akışının belli küçük ölçeklenebilir temellere ayrılmış olduğu kuramıdır.kuantize olmak kavramı makroskopik madde atoma kuantize olmuştur,atom proton nötron ve elektrona kuantizedir, elektrik akısı bir elektronun birim yüküne kuantize olmuştur, elektron iki mezon ve bir bozona kuantize olmuştur ve son olarakta baki akkuş hocanın en sevdiği örnek olan "türk lirası 1 liraya 1 lirada 100 kuruşa kuantize olmuştur" örnekleri ile kaba taslak anlatılabilir,

klasik fizik ve kuantum fiziği* arasın daki ayrım herkesin diline pelesenk olmuş olan "shrodingerin kedi deneyi"nde geçen bilinmezlik ilkesidir. e = nw bağıntısının ve onun uzaysal eşdeğeri olan hareket niceliği p ve lamda dalga boyu arsındaki p = h/lamda olarak ifade edilen de broglie bağıntısının klasik görüş açısından saptırıcı niteliğinden kaynaklanır çünkü burada parçacık kavramları (e enerjisi ve p devinimi), h ve n değişmezleri aracılıyla w ve lamda dalga değişkenlerine bağıntılanmaktadır. e = nw bağıntısı dalga olarak ele alınırsa bir olayın(elektronun orbitteki kesin konumu) kuantize olmuş olsa bile tek değişken verisi ile bulunamayacağı çünkü klasik dalga kuramında deltat süreli bir dalga olayının deltaw.delatat büyük eşittir 1 olacak şekilde deltawlerin toplamı*şeklinde bir alana yayılan w tayf bandının genişliğinin bütünüyle belirlendiği izlenen yoldan bağımsız** olduğunu gösterir. eğer bağıntıya kuantumsal açıdan yaklaşılır ise deltae.deltat büyük eşittir n bağıntısı yola çıkar ki bu bağıntıdan gerekli matematiksel hesaplamalar yapıldığında* eğer olay sonsuza kadar sürmüyor yada uzay zamandaki devasa bir kayma*sında cereyan etmiyor ise kuantize olmuş olayın enerjisinin tek bir değeri ile bulanamayacağını ortaya koyar. ismine heisenberg eşitsizlikleri denen bu eşitsizlikler klasik mekanikten gelen hareket ve enerji niceliği kavramlarının kuantum teorisinde tamamen yeniden gözden geçirilmesi gerekliliğini doğurmuştur ki kuantumsal niceliklerde hareket ve enerjiden söz edilmesi sadece dil alışkanlığı ve anlatım kolaylığından kaynaklanmaktadır örneğin günlük hayatın getirdiği alışkanlıklar ve kolaylıklar yüzünden hala elektronlardan gerçek parçacıklarmış gibi sözeden fizikçiler çoktur. kuantum teorisinin düşünüş tarzına hidrojen atomundaki elektronun proton üstüne düşmesini engelleyen enerjisinin bir altsınırının varlığını ve atomun kararlılığını gösterebiliriz ki bu elektron aynı zamanda zamanı belirli iken yeri yeri belli iken zamanı belli olmayan elektrondur. heisenberg bağıntısı dikkate alındığında çekirdek tarafından çekilen elektronun bir deltar uzaysal yayılımı ve bundan kaynaklanan bir deltar.deltap büyük eşittir n bağıntısına göre deltar ne kadar küçükse o kadar büyük olan bir deltap değerler tayfı vardır, elektron çekirdeğe yaklaştıkça kinetik enerjiside hareket niceliğinin karesine bağlı olarak artar. elekron için minumum bir enerjinin varlığı, elektrostatik kökenli bir potansiyel enerji ile "yer saptayıcı" bir kinetik enerji arasındaki çekişmeden kaynaklanır, bunun yanında enerjinin uzaysal yayılımın heisenberg denklemlerinin kuantumsal kalıbına yatırıldığında ortaya çıkan kinetik enerji benzeri bir enerjinin ortaya çıkmasıdır. bu örnek kuantum matığını açıklayan en iyi örneklerden bir olarak kabul edilir.

30 Mart 2010 Salı

Aslında hayat ne kadar basit.

Kararları senin verdiğin bir hayat . Aslında hepimiz hayata seçemediğimiz bir noktadan başlıyoruz.Bunu kader olarak kabul etmesek ve isteklerimiz için mücadele etsek, her istediğimizi belki elde edemeyiz ama mutlu olmayı başarabiliriz.

Siz ne dersiniz?

25 Mart 2010 Perşembe

İclal Aydın ve çektiği ayar:-))

Aslında konu başlığım çok farklıydı fakat biraz önce İclal Aydın'ın eski eşi ile ilgili bugün yazdıklarını okudum. Evet İclal Aydın'ı okuyorum ve yazılarını çoook beğeniyorum. Kendini öyle güzel ifade ediyor ki, " evet işte budur" diyorum. Budur benimde hissettiklerim , sanki benim duygularımı yazıyor. İsim koyamadığım hislerimi sanki o tercüme ediyor bana. Kitaplarını da alıp okudum fakat bende köşe yazılarında ki gibi bir etki ne yazık ki bırakmadı kitapları.
Kalemini öyle güzel kullanıyor ki , edebini bozmadan anlatmak istediğini en kısa yoldan net biçimde anlatarak. İnsana helal olsun dedittirıyor.Ben bir kez daha ona helal olsun dedim.. Birine yalakalık yapmıyor, yazlarında dürüstlüğü ön planda. Birilerini birbirine düşürmüyor. Kimse ile gereksiz polamiklere girmiyor; kendisi ile uğraşılmadıkça :-)

Eski eşinin bu yazıdan sonra istifası ise beni güldürdü. Sanki utanç duydu adam. Keşke istifa etmeseydi:-) keşke bu yazı yok gibi davransaydı. İnadına yeni sevgilisinden daha çok bahsetseydi . Neden mi? Bu istifa İclal 'in yazdıklarının ne kadar doğru olduğunun altını çiziyor çünkü . Ve bu doğrular ne yazık ki O adamın nasıl bir kişilik zaafı içinde olduğunu gösteriyor. Aslında bu gerçekleri net bir şekilde gördükten sonra da O adamın eski eşlerinin veya sevgililerinin ayrılık acısı çekmek yerine " ben bu adamı seçerken acaba ne düşüyordum" fikrini sorgulaması gerekiyor.

Lafım genel anlamda aynı zaafı olan bütün kadınlara ve bütün erkeklere.Her ilişkisinde büyük aşk yaşıyormuş izlenimi yaratan, bir önceki ilişkisini karalayan, "karaladığı halde "terk edildiğinde serseri mayın gibi bir önceki ilişkinin kapısını çalan, Aldatan acizlere...Bu tip insanların ağına düşmüş ve ne yazık ki neyle karşılaşacağını bilmeden aşık olup ayakları yerden kesik diğer kesim ise bu ilişkilerin arkasından acı çekerek neden ben diye sorguladıklarını çok gördüm. O yüzden diyorum ki İclal Aydın sana HELAL OLSUN.
Ayar çekerim görürsün!!

Uykusuz gecelerimden birini daha geride bırakmanın ve hâlâ yaşayabiliyor olmanın haklı gururunu taşıyorum. Bu geçici dünyada her şey bir sis perdesi altında akıp gidiyor... Uykusuzluk insanı mikrodalgada patlamaya hazır bir adet mısır tanesine dönüştürüyormuş meğer... Her şey anlamından ciddi bir miktarda bir şeyler kaybediyor aynı zamanda...

Anayasa taslağı, çıkmaza giren görüşmelere dair haberlerle dolu gazeteler kucağımda, tavana bakarken yakaladım kendimi. Geçenlerde katıldığım bir televizyon programında da stüdyoda konuşulanları bırakıp epey bir süre tavanı seyretmişim. “Çok dalgınsın, konsantre olma güçlüğü çeker gibi görünüyorsun” diyorlar. Aslında tamamen mevzunun içindeyim. Olaylardan bir an olsun kopmuş değilim... Oysa kopmayı ne çok isterdim.

Tavanda aradığımı bulamayınca tekrar gazetelere döndüm. Bizim gazetenin (Vatan) arka sayfasını ve dolayısıyla o bölgenin sahibi köşe yazarını uzun zamandır okumuyordum aslında. İtiraf!! Haklı gerekçelerim vardı ama benim. Çünkü okudukça içerliyordum ona. Yahu “niye ayıp ediyor bu kadar” diyordum. İçimdeki sızıyı canlı bir yaratığa dönüştürüyordu. En iyisi hiç ilgilenmemek dedim sonunda bir gün ve oradaki “varlığı” kanıksadım... Ama... Tavandan gazeteye döndüğümde gözüm takıldı o köşeye. Takılınca okudum. Okuyunca duramadım. Duramayınca yazmaya başladım. Biri beni durdurmazsa ben bu yazıyı gazeteye de gönderirim şimdi...

Hayatına giren her yeni kadına köşesinden güzelleme yazarken eskileri gömmeden, bir biçimde onları yeni hikâyesinin altyapısı haline getirmeden de bunu başarabileceğini öğretmeli artık biri ona... Tuna’ya yani... “En sevdiğim kadın budur” demenin daha şık, daha yakışıklı yolları vardır mutlaka. Köşesinde müzisyen sevgilisi çello çalarken o da romanını nasıl yazıyormuş onu anlatmış. Demek ki romana da geri dönmüş. Biz temelli bıraktı sanıyorduk. Neyse birkaç kez daha bırakır, geri döner, gider gelir artık...

Bana yazdığı mektuplardan birinde, söylediği vakit çok etkilendiğim “senin yanında iyi biri olmak istiyorum” cümlesi vardı. Jack Nicholson’ın bir filminden alıntı yaptığının altını çizmişti. Aynı cümleyi daha sonra aynı vurgularla Demet Sağıroğlu için de kullandı. Ona yazdığı o köşe yazısında daha önce bana ve büyük ihtimalle Yasemin’e de söylemiş olduğunu düşündüğüm bu cümlelere rastlayınca, Demet de “o yazıyı kesip sakladım” diye röportaj verince... İçtenlikle söylüyorum Demet’in aldatıldığını düşünmüştüm ama kıyamamıştım sevincine... Yutkunmuştum gitmişti... Susmak bu yüzden kıymetliydi. Sevmek dışında hiçbir suçu olmayana neden hesap ödetilsin ki?

***


Neyse, kimseye kimi nasıl seveceğini biz öğretemeyiz elbette. Ama bugüne dek eski eşim olduğu için “bunu yazamam” diye düşünüp düşünüp sustuğum ve fakat “aaa artık ne susacam be” dürtüsüyle hitap etmek istediğim sevgili yazar arkadaşım!!

Arka sayfadan “ben şimdi mutlu biriyim” yazılarının içinde sonucu “mutsuzluğumun sebebi eskilermiş” e getirirsen bir kere daha... Örgütlenme ve dernekleşme bilincimin çok yüksek olduğu şu günlerde kurarım bir “Tuna’dan mağdur olan kadınlar dayanışma komitesi” görürsün gününü...

Şaka bir yana, sadece sana değil, yeni birini sevme üslubu seninkine benzeyen herkese hatırlatmak gerekir... Şimdiki sevgili de gün gelecek eskiler arasında yerini alacak. Bunu unutma; eskiler giderek kalabalıklaşıp güçlenirken eski sevgili anısına sahip çıkamayanın ayağının altındaki yer öyle hızla incelir ki... Bu gidişle bize yerin dibinden bildirmeye başlamayasın sakın... Bunu kalpten istemem ama bilesin...

15 Mart 2010 Pazartesi

SES var SES var.


Bir kaç gündür üst komşular çıldırdı. Çocuk allahın her günü ağlıyor. Karı koca sürekli dalaşıyorlar. Annede bir basiretsizlik var. Kocasına verdiği cevaplar şaşkınlık içinde bırakıyor beni. Adam telefonla tuvalete giriyor ve iş konuşuyor bu arada da malum işi yapıyor. Geçen pazar günü çıldırttılar beni. Torpille yukarı çıkıp kadınla adamın kafalarını birbirine tokuşturup çocuğu camdan aşşağıya atmak istedim. Üç kişilik evde sanki ordu yaşıyor gibi ses çıkarıyorlar. Bizim apartmanlarda ne yazıkki böyle. Depreme dayanıklı ev yapmışlar ama ses geçirgenli olanından. Hemde bildiğin gibi ses değil hani yukarıdaki sohbete eşlik edecek kadar geçirgenlikden bahsediyorum. Geçen akşam Sevgilim , bu çıldırtıcı gürültünün nereden geldiğini anlayabilmek için kulağını yere dayayıp yeri dinledi :-)) ve kendince bir uyarı da bulundu:-)) ıslık çalarak yere vurdu. Ben iddia ediyorum ses yukarıdan geliyor o da hayır ses aşşağıdan geliyor diyor. Herneyse güvenliği çağırdık . (biz gitarı biraz tıngırdatalın güvenlik çıt diye kapımızda olur). Yasin çok ses yapıyorlar bir uyarsana şunları, Ağbi hangisi aşşağısı mı yukarısı mı , Ben; yukarısı na oy kullanıyorum. Çünkü adamın sesini bir kerede asansörde duymuştum aynı, Hayır hayır ses aşağıdan geliyor. Sonuç sesler kesilmedi . Bence ses yukarıdan geliyordu zaten aşağısının uyarılması manasızdı.


Her sesi gürültü olarak algımam ben. Kozyatağındaki evimde orta yukarda keman çalan bir arkadaş vardı:-)) Keman çalışan bir insan hiç duydunuz mu bilmiyorum... Kemanla sürekli garip sesler çıkarır. Bütün sinirlerin oynar. Ben o sesi " çürük, dişlerimin sinirlerine" ulaştığında yaptığı ağrıya benzetiyorum. İşte yani, ona bile tahammül etmeye çalışırdım. Ortak yaşam , müzik aleti falan için.


Ama biz öylemiyiz canım. Hem gitarla nefis müzikler çalıyoruz(Saat biraz geç olabilir ama kötü ses çıkarmıyoruz sonuçta) Hem gürültü yapacak bir çocuğumuz yok. Ama işte insanların gürültü anlayışı belirsiz. Zırt zil kim o ?? Ben yasin güvenlik ,şikayet var.


Ortak yaşam saygıyı gerektiriyor. Her türlü ortak yaşamdan bahsediyorum .İister kocanızla olsun ister komşunuzla olsun. Karşılıklı saygı , beraberinde medenice bir hayatı getirir. İşte bizim Buralarda o medeniyet YOK KARDEŞİM GENE YUKARDAKİ ÇOCUK AĞLIYOR ÇILDIRICAM YAAAA..

12 Mart 2010 Cuma

Can sıkıntısı;

Biraz can sıkıntım var. Doktora gideceğim belki ondan. Hiç sevmedim doktora gitmesini ezelden beri. Duyacaklarımın hoş şeyler olmayacağını hisseder gibiyim.

Can sıkıntım var çünkü üzgünüm. Güzel ilişkilerin yapılan aptallıklar uğruna bir nevi harcanmasına dayanamıyorum.

Evet can sıkıntım var çünkü kiracım kirasını yatırmadı...

Bugün canım sıkılıyor benim..

8 Mart 2010 Pazartesi

Bugün Ömer Hayyam' dan gitmek istedim;

Sen lalenin Nevruz'da yaptığı gibi
Fırsatın olursa eğer
Lale yanaklı bir dilberle
Beraber ol.
Kadehi eline al,
Sevinç ile şarap iç.
Zira hayat;
Bir rüzgar darbesi gibi
Mavi göğün altında
Seni altına alıp
Eziverir ansızın.

Ömer Hayyam

Hayat bu kadar basit , yaşamak ise bu kadar zor işte,

Evvela;
Benim rızam olmaksızın
Dünyaya getirildim.
Hayatta;
Hayretimden başka bir şeyim artmadı.
Sonra yine elimde olmadan
Bu dünyadan göçeceğim.
Gelmekten, kalmaktan, göçmekten
Maksat ne?
Hala anlamış değilim.

Ömer Hayyam

1 Mart 2010 Pazartesi

Senin ışığın sönmüş;


Hafta sonu Kartalkaya'da inanılmaz eğlenerek geçirdik. Sevgili kıymetlim sayesinde çok güzel arkadaşlar edindim. Çok güzel güldük ve çok güzel sarhoş olduk. Kaydık diyerek çoğul konuşmayı isterdim :-) . Az buçuk kaydım . En azından eskisi kadar korkmuyorum kaymaktan. Bacak kaslarımın ağrısı son yüzyılda yaşanılan en büyük ağrı:-)) Fakat bu kadar mı güzel rahatlanır pamuk gibi olunur ve mis gibi deliksiz uyunur. Bundan sonraki organisazyonları ben yapacağım. Çünkü her ne olursa olsun insanın muhakkak bir hafta sonu kaçamağı olması gerekiyormuş. Doping oldu haftaya fıstık gibi başladık.


Bu ara yazılarım arkadaşlardan dostlardan gidiyor:-) Bugün canım Esin'imden bahsedeceğim. Esin'i sanırım 17-18 yaşlarında tanıdım. Kocasını ise 7 yaşımdan beri tanırım. Hep beraber nefis geçen bir zaman dilimi yaşadık. Serhat(Esin'in eşi) Esin, Çisel ve ben allahın hergünü beraberdik ve hergün mü eğlenir insan. Hergün eğlenirdik. Esin'in evi bizim buluşma merkezimizdi. Ne zaman Esin'inimin Annesi vefat etti, işte o zaman acısıyla başbaşa kalmak istedi. Kardeşlerine ve kızına anne , kocasına eş, babasına destek oldu. Güzel yüzü güzel gözleri senelerce mahzundu. Hep uzaklara dalardı. Annemin acısı canımı yakıyor derdi. Bu acıyı içinde eriterek tekrar hayata aramıza dönmesi senelerini aldı. O sıralarda Cisel'imin ve benim hayatlarım değişiyordu .

Beni arkadaşlarım hep deli dolu bilirler. Çok gülen, hafiften deli:-)) ve temiz kalpli diye anlatırlar başkalarına:-)) Esin'imde beni öyle hatırlar. Ama aradan geçen birbirimizi görmediğimiz zaman diliminde benim hayatımda ki değişikliklerden bilgi sahibi tabii ki oldu. Fakat bu yaşanılanların beni değiştirdiğinden Türkçe'si olgunlaştırdığından haberi olmadı. Çünkü o zamanlar O benden çok uzaklardaydı.

Sana geliyoruz Lale dedi. Tamam canım benim dedim. Çarşambaya sendeyiz dedi. Ok. Kaç gibi dedim. !5 gibi orda oluruz dedi, ve dedi ki Lale sana bişey söyleyeceğim. Ha söyle dedim. Senin ışığın sönmüş dedi:-)) Önce bir dalgalandım, daha doğrusu anlamadım. Ya da yanlış anladım. Nasıl yani? diye cvp verdim. İşte ışığın sönmüş. Deli dolu kız yok artık. Mutsuz musun yoksa dedi. Bir kahkaha attım. Canım arkadaşım benim ışığım çok önce sönmüştü. Ama sönerken sen fark etmedin , benden çok uzaktın dedim. Sadece olgunlaştım hepsi bu. Aksine şimdi belkide hiç olmadığım kadar mutluyum dedim. İçi rahatladı...Birtanecik Zeynep'in Norveçlilere benzeyen güzel annesi:-)) Herkes için kaygılanan , hayatının her alanında herkesi düşünen güzel dost, benim içinde kaygılandı..

Gelelim Yılbaşı dileklerinin kaçının şimdiye kadar gerçekleştiğine;

Evet ilk dileğim Paris te hava güzel olsun du. Hava Nefisti:-)
Nilüfer acil aşık olsun istemiştim:-)) oldu, şimdi tamamına erdirsin isterim.

Evet gerisinin gelmesini ümitle beklemekteyim.:-))

Sevgiyle

26 Şubat 2010 Cuma

O ve BEN,


2006 yılının nisan ayına rastlıyor olması lazım tanışıklığımız. Bir iş başvurusu için İstanbul'un Pendik ilçesinden taaaaaa Maslak ilçesine gitmiştim. Yeni boşanmış kendine oldukça güvensiz ve konuşurken kelimeleri unutan bir zaman dilimi içersindeydim. Önce beni karşıladı. Karşımda cici mi cici bebek gibi biri duruyordu. Son derece sıcaktı.İsmine bir erkek dj in sahip olduğundan bahsetti sonrasında mülakat yaptık. Zor bir süreç geçirdiğimi belli etmemeye çalıştım. Beni ilk defa tanıdığı için işe bile giremesem kimsenin aklında aptal bir sarışın olarak kalmayı istemem. Meğersem kendi yerine arıyormuş , işten ayrılacakmış.

Beni işe aldı:-))) İşi göstermek için bir süre beraber çalıştık.Bıcır bıcır konuşmaları ile içimi ısıtmıştı. Güzel saçlarına hala hayranlık duyarım. Sanki onu yeni tanımamıştım. Çoook önceden beri hayatımda idi. Sevgilisinden yeni ayrılmıştı ve acı çekiyordu. İki acı çeken insan olarak başladı aslında dostluğumuz. Arkadaşlığımız demiyorum , DOSTLUĞUMUZ...

O sene yazı beraber geçirdik . Kah Bodrum'da , kah İstanbul'da. O kadar çok şey paylaşmıştık ki geç edindiğim ama asla terk etmeyeceğim bir dostum olarak bakmıştım ona. :-))))) Bizim beraberliğimiz sırasında olanlar ise aşağı yukarı aşağıdaki gibiydi:-)
Fal baktırdık,
kızkardeş evledirdik,
Araba ile Bodrum'a gittk
sarhoş olduk,
Ben bizim araba diye başka bir arabaya binmeye kalktım,:-)))))
Aynı odada sızdık,
Bağıra bağıra şarkılar söyledik,
Ferhat göçer çaldığında sustuk,
Ağladığımızda teselli ettik.
Bize asılan adamları beraber ekarte edip katılırcasına güldük,
Kendimizi kötü hissettiğimizde birbirimizi aradık,

Bu listeye daha çok şey ekleyebilirim.. Ama gerek yok.

Sözün özü çok şey paylaştık..

Ve bir gün gitti..

Herkesin bu hayatta bir misyonu varmış.

Hiç düşünmemiştim. Boşandım , hayatıma girdi . Evlendim, daha doğrusu evlendirdi . Beni kıymetlimle tanıştırdı ne olduğunu bilemedim ve anlayamadığım bir şekilde hayatımdan çıktı.
Onun da misyonu beni kıymetlimle tanıştırmakmış!!!.
Bu sadece o ve ben'e.
Seni hala özlüyorum bilesin.

Sevgiyle,

22 Şubat 2010 Pazartesi

Tencere Fincan kek:-)) (alıntıdır)


Haydi canı sıkılanlar, mutfağa.. Denemeye değer bence... Baylaarrrr, sizler de deneyebilirsiniz, ya da eşlerinize verebilirsiniz tarifi... Hepinize kolay gelsin ve de afiyet olsun...

TENCEREDE FİNCAN KEK


1 Yumurta

1 çay bardagı süt

1,5 çay bardağı şeker

2 çay bardağı un

2 yemek kaşığı kakao

1 paket vanilya

1 paket kabartma tozu


Bütün malzeme çırpılır, 6 tane nescafe fincanı yağlanır(Türk kahvesi fincanlarının bir büyük boyu) karışım fincanların yarısına kadar doldurulur(istersni z fincanın içine topkeklerin altına koyulan kek kağıtlarından koyabilirsiniz çok güzel oluyor)bir tencereye ılık suyu, fincanların dışından yarısına gelecek kadar dök ve ağzı açık kaynamasını bekle, kaynayınca tencerenin kapagını kapat, ağzını hiç açmadan kısık ateşte 20 dk pişir, altını kapattıktan sonra15 dk kapağı açmadan dinlendir.
NOT:Tencerenin kapağından buharlasan su damlamasın diye ben kağıt havlu veya temiz bir bez koyuyorum. 6 fincan dedim ama karışım az koyulup fincan coğaltılabilir. Üstüne dilerseniz yarım paket çikolata sosu yapıp dökebilirsiniz çok sık oluyor Arkadaşlar gerçekten çok pratik ve güzel oluyor denemenizi ısrarla tavsiye ederim, sünger gibi oluyor göz göz kabarıyor, top keklere benziyor...
Sayın Sezer Hanım'a sevgilerimle :-))

20 Şubat 2010 Cumartesi

Seyredilen filmler;

Avatar
The Comlicated,
The Women,
Başka dilde Aşk,

Ben asla film eleştirmeni olamazmışım.Hepsi çok güzeldi. Avatar'ı üç boyutlu seyrettim. Görüntüler muhteşemdi. Aşk , savaş, varoluş ve yokoluş filmde herşey vardı. Üstelik bilim kurgu. Sanırım herkes seyretmiştir. Tavsiyem seyretmeyenler için kesinlike 3 boyutlu seyredin. Sadece bir problem var , gözlükler yüzünden veya boyut farklılığı yüzünden filmin sonlarına doğru yorulduğumu hissettim.

The Comlicated, Melry Streep Alex Baldwin oynuyor. Benim için bilinen bir gerçeği tekrar ve acımasız bir şekilde anlatmış. Eski ilişkileri tekrar denemek ne yazık ki pek başarılı olamaz. Ortada çocuklar olsa dahi. İlişkinin koptuğu yerden tekrar bağlanmaya çalışması, çiftlerden birinin bir takım korkuları , diğerinin ise bir kere daha deneyelim ne kaybederizleri üzerine kurulu. Oldukça komik bir film. Bence seyredilmeli. Korkuları ve toplum baskıları yüzünden yeni hayata yelken açamayanların özellikle seyretmesini tavsiye ediyorum.

The Women, filmi çok geç bir saatte seyrettim. Çok sesli güldüm. ve üst komşunun veya alt komşunun ?? uyarıları ile kendime geldim. Bizde duvarlar oldukça çok ses geçiriyor. Mesela yukardaki karı koca kavgasına hiç zorlanmadan eşlik edebiliyorsunuz. Filmde Meg Ryan oynuyor. Evet filmi seyrettiğinizde sonunu tahmin ediyorsunuz ammaaa :-)) aldatılan bir kadının neer yapabaliceğini tahmin edemiyorsunuz.

Başka dilde Aşk, çok etkiledi. Yumuşacık bir film. Doğum esnasında veya sonrasında , duyu organlarınızda ki bir takım kayıplar , ne yazık ki hayatın içinde diğer insanlardan daha fazla mücadele etmenize yol açar. Zaten 5 duyu organı ile bu kadar zorken hayat, biri eksilince ne kadar sevimsizleşir . Tahmin etmek çok da zor değil. Bunuda çok güzel anlatmışlar.

Sevgiyle,

O ne !! Şiddetli bir şekilde kilo almışım ??

Tartıya inanamıyorum. Hayatımda görmediğim kiloya sahibim. Bedenim bu kiloya alışık değil. Ya allah kahretmesin. Ben şimdi nasıl kilo vereceğim??? Nasıl fark etmedim peki onu anlamıyorum. İnsan kilo aldığını fark etmez mi? Hayır ben fark etmedim. Bütün arkadaşlarım benimle dalga geçerdi her kilo aldım dediğimde. Ama bu defa gerçek tartıdaki rakkam. Koşarak gardrobu açtım. Yaklaşık 8 ay önce giydiğim bir pantolonu denedim. Dehşet gözlerimden dışarı çıktı. Ben sekiz ay önce bu pantolonun içinde dönüyordum.

Hayır işin ilginç yanı hayatımda hiç rejim yapmadım. Bilmem ne yenmesi lazım ne yenmemesi lazım. Canımın çektiğini götüren cinstenim ben. Sevgili Kymetlim benim her daim güzel olduğumu söylüyor, evet evet tahmin edeceğiniz gibi benim panik halimi görüp biraz yatıştırmaya çalışıyor biraz da başından savıyor. Hayır işin kötü yanı giyecek bir tek pantolonum , eteğim kısacası kıyafetim yok . Yooo bu böyle olmaz. Bugün itibari ile rejime gireceğim. Kibrit kutusu kadar peyaz peynir :-))) benim neyime yeterse . Neyse canım biraz alışveriş en azından geçici bir süre konuyu kapatır. Bu trajik olay da sporla hallolur sanırım. Halolur mu gerçekten.?

Ne biçim bişey kardeşim bu kilo vermeye çalışmak? Şimdi ben magnumun çıkolatasını yiyemeyecek miyim?

Senelerce etrafımda rejim yapan arkadaşlarımla hep tartıştım. "Arkadaşım delimisin yaa insanlar seni olduğu gibi kabul etsin ne var tombişsen sanki" Cevap olarak " tabi senin için konuşması kolay hayatında hiç kilo aldın mı sen acaba? Kıyafetlerini deneyip de giyecek bir şey bulamadığın oldu mu? kıçını başını kapatmak için uzun trikolar giydin mi? Sevdiğin bir sürü kıyafetten vazgeçmek zorunda olduğun oldu mu?" derlerdi. Sanırım şimdi sıra bende?

Evet canım halledebilirim Bu meseleyi. Az yiyeceğim çok hareket edeceğim. :-p . Başladık bakalım rejime hadi hayırlısı
Sevgiyle,



11 Şubat 2010 Perşembe

Romantik bir şehir bize şahitlik yaptı,


























































Romantik bir şehirdi Paris. Düğün stresine girmeden, elimizde şampanyalarla bol bol gülerek eğlenerek evlenmek herkese nasip olmaz. Elimizde haritalarla gezerek, en güzel restaurantları keşfederek, dilsizlerin şehrinde:-) beş gün geçirdik. Hafızamızda, geçirdiğimiz her gün çok güzel birer anı olarak kalacak.


Sevgiyle ,








1 Şubat 2010 Pazartesi

Yolculuk var:-)

Geri sayım bitti sayılır. Yarın Paris'e gidiyoruz. Evlenmeye:-) Uzun bir zamandır süren ilişkimizi artık isim koyma zamanı geldi. Beraber bir hayatı paylaşmaya ve gelecekte beraber ölmek için yemin etmeye gidiyoruz.

Hayat arkadaşım , babam , çocuğum , sevgilim ve kısacası herşeyim iyi günde ve kötü günde hastalıkta ve sağlıkta yanında olacağıma yemin ediyorum, yemin ediyorum, yemin ediyorum.

Geri dönüşümde resimlerle beraber Paris günlüğü hakkına yazımı okuyabilirsiniz.

Şimdi hazırlanma zamanı.

Sevgiyle,

25 Ocak 2010 Pazartesi

Ev yerleştiriyorum ve çok yorgunum;


Dört beş gündür inanılmaz koşturma içindeyim. Ama bu koşturma evin içinde . Boya badana bitti, temizlik başladı, temizlik bitti eşyaları yerleştirme başladı ,eşyaları yerleştirme bitti temizlik başladı bu kısır döngü hiç bitmeyecekmiş gibi hala devam ediyor. Kazak gömlek pantolon hırka görmek istemiyorum. İnsanın bu kadar çok eşyası olup birde onlardan ayrılmakta bu kadar zorluk çeker mi kardeşim.. ?

Tabii bu kadar hareketi tek başıma yaptığımı sanıyorsanız yanılıyorsunuz. Sevgili temizlikçi Sevgi'miz bizi hiç yanlız bırakmadı eksik olmasın:-) O kadar şeker bir ailesi var ki inanamadım. Kocasına tapıyor. Oğluna tapıyor. Kocası ile hiç kavga etmediğinden bahsetti bana.. Şaşırdım. Kaç senelik evlisin diye sorduğumda 6 sene dedi. Hiç mi diye tekrar sordum . Bünyem kavgasız bir ilişkiyi anlamakta zorluk çekti. Hiç abla biz asla küs yatmayız dedi . Bu sözün bittiği yerdi benim için. Benden cevap çok komikti. Tabii canım böyle olmalı zaten aferim dedim.????!!! Çok bilirim ya bunları bir de tutmuş ders veren öğretmen edası ile aferim diyorum. Alkışşş:-))

Yorganlar yıkanıyor yazlıklar tv reklamlarında gördüğünüz havası alınan naylon torbaların içine koyuluyor gardrobun hangi tarafının kullanılacağına karar veriliyor ve kazakların yeri beğenilmeyip tekrar yer değiştiriliyor. torbaların havası kaçıyor tekrar tekrar havası alınıyor. Sevgi'ninde benimde burnumuzdan ter damlıyor. Temizlenen yerler bitmek bilmeyen matkap işleri yüzünden tekrar temizleniyor. Şiştim..

İş görüşmelerim bu yoğunlun için de hızlı bir şekilde devam ediyor !!! Şaşkınım evet çünkü evde hiç bir işim olmayıp otururken bir tanesi geriye dönmedi .:-)) şimdi işim acele ya, yetiştirmem gereken işler var ya . Bu kargaşanın içinde görüşmeye gideceğim kıyafeti bulmanın ne kadar imkansız olduğunu anlatsam anlayabilir misiniz :-))

Geri sayım başladı . Şafak 9

Sevgiyle

19 Ocak 2010 Salı

Hayal kuruyorum; evrene gönderiyorum , bakalım işte:-)


Şimdi ben bir hayal kuruyorum ve onun olması için secret kitabında ki gibi sadece onu düşünüp olmasını bekliyorum.

Kurduğum hayalimin adı bebek. Yani ben anne olmak istiyorum.

Sağlıklı ama çok sağlıklı ,

Zekası dedesine( kayınpeder)

Gülümsemesi ,adaleti ve neşesi babasına,

Çalışkanlığı teyzesine(ablama),

Temizliği anneme ve kayınvalideme,

Görüntüsü bana ve babasına :-))

Bunların hepsini evren kabul ederse ben şanslıyım demektir. Bu sebepten şansıda bana benzesin:-))


Sevgiyle


16 Ocak 2010 Cumartesi

Yedi cüceler:-))




Issız adam; kızsız adam ; Ivır zıvır adam



Bu filmin sonunu asla anlamayacağım. Neden yaa neden. Adam hatasını anlamış, kadın deli gibi adamı seviyor. Son karşılaşmada her ikiside yalan söylüyor. Ve her ikiside yalan söylediklerini karşılıklı olarak biliyor. Peki neden ayrılıyorlar.? Yoksa mutlu son yok mu?. Birleşselerdi , evlenselerdi o büyük aşk küçük aşk belkide hiç aşk mı olacaktı.? İşin aslı, seven insanlar ayrıldıklarında sevgileri aynı kalıyor veya daha da büyüyor ama evlendiklerinde birbirlerinden şiddetli biçimde nefret ediyor veya beraberlikleri zaman içinde alışkanlıklara dönüşüyor .? mudur? Tercümesi yok. Bilmiyorum. Bunu bir bilen de yok eminim. Ama şunu net biliyorum. Yaşanılan hiç bir aşk acısı kalıcı değil. Hatırlanan acı günler ufak gülümsemelere , mutlu günler kahkahalara bırakıyor. Ve perde kapanıyor.:-)) Sabahtan beri evin içinde sağa ve sola koşan iki insanız. Kıymetlimin elinde matkap , kalem tornavida :-) Bense sürekli sağı ve solu toplar durumdayım. Toplanacak pekde birşey kalmadı aslında evde. Bir tv, koltuk ve yer yatağı . Tv de Issız adam :-)) Film bittiğinde ikimizde aynı yorumu yapıyoruz. "Yahu bunlar niye birleşmiyorlar anlamıyoruuum" Şafak 19:-) hazırlıkları yarıladık. Yorulduk ama çok zevkli. Herşey pırıl pırıl olacak . Kıymetlimin elinden her iş geliyor. İnanılmaz yetenekli bir adam. Bazen ona hayranlığımı gizliyemiyorum. Bütün evi baştan yarattı. :-)) Eee ben seçmişim işte:-)

Canım arkadaşım Çisel kızı ile birlikte çektiği inanılmaz fotoğraflar göndermiş. Canım arkadaşım Sezer iyiymiş ve hayatında herşey yolunda imiş
Canım arkadaşım Nilüfer den ses soluk çıkmamaktaymış
Anneler ve kızları toplantısı 27 Ocakta imiş.

Sevgiyle,

14 Ocak 2010 Perşembe

Hoşgeldin;

Hiç ummazdım oldu sonbaharda

Hediye gibi geldin hoş geldin

Seyirlik değil ömürlük olsun

Dilerim bu defa bu son olsun

Seyirlik değil ömürlük olsun

Bir yastıkta nasip olsun

Gel koynuma gel boynuma gel

Akşam gözlü esmer

Sefa geldin son ihtimalim

Bir sana kalmış halim

Hoş geldin

Seyirlik değil ömürlük olsun

Dilerim bu defa bu son olsun

Bir yastıkta nasip olsun

Gel koynuma gel oyunuma gel

Akşam gözlü esmer


Sezen Aksu

Nietzsche ;

Öyle bir hayat yaşıyorum ki,
Cenneti de gördüm cehennemi de
Öyle bir aşk yaşadım ki
Tutkuyu da gördüm, pes etmeyi de.
Bazıları seyrederken hayatı en önden,
Kendime bir sahne buldum oynadım.
Öyle bir rol vermişler ki,
Okudum okudum anlamadım.
Kendi kendime konuştum bazen evimde,
Hem kızdım hem güldüm halime,
Sonra dedimki 'söz ver kendine'
Denizleri seviyorsan, dalgaları da seveceksin,
Sevilmek istiyorsan, önce sevmeyi bileceksin,
Uçmayı seviyorsan, düşmeyi de bileceksin.
Korkarak yaşıyorsan, yalnızca hayatı seyredersin.
Öyle bir hayat yaşadım ki,
Son yolculukları erken tanıdım
Öyle çok değerliymişki zaman,
Hep acele etmem bundan, anladım...

Mevlana;

Sonsuz bir karanlığın içinden doğdum.
Işığı gördüm, korktum.
Ağladım.

Zamanla ışıkta yaşamayı öğrendim.
Karanlığı gördüm, korktum.
Gün geldi sonsuz karanlığa uğurladım sevdiklerimi...
Ağladım.

Yaşamayı öğrendim.
Doğumun, hayatın bitmeye başladığı an olduğunu;
aradaki bölümün, ölümden çalınan zamanlar olduğunu
öğrendim.

Zamanı öğrendim.
Yarıştım onunla...
Zamanla yarışılmayacağını,
zamanla barışılacağını, zamanla öğrendim...

İnsanı öğrendim.
Sonra insanların içinde iyiler ve kötüler olduğunu...
Sonra da her insanin içinde
iyilik ve kötülük bulunduğunu öğrendim.

Sevmeyi öğrendim.
Sonra güvenmeyi...
Sonra da güvenin sevgiden daha kalıcı olduğunu,
sevginin güvenin sağlam zemini üzerine kurulduğunu
öğrendim.

İnsan tenini öğrendim.
Sonra tenin altında bir ruh bulunduğunu...
Sonra da ruhun aslında tenin üstünde olduğunu öğrendim.

Evreni öğrendim.
Sonra evreni aydınlatmanın yollarını öğrendim.
Sonunda evreni aydınlatabilmek için önce çevreni aydınlatabilmek
Gerektiğini öğrendim.

Ekmeği öğrendim.
Sonra barış için ekmeğin bolca üretilmesi gerektiğini.
Sonra da ekmeği hakça üleşmenin, bolca üretmek kadar
önemli olduğunu öğrendim.

Okumayı öğrendim.
Kendime yazıyı öğrettim sonra...
Ve bir süre sonra yazı, kendimi öğretti bana...

Gitmeyi öğrendim.
Sonra dayanamayıp dönmeyi...
Daha da sonra kendime rağmen gitmeyi...

Dünyaya tek başına meydan okumayı öğrendim genç yasta...
Sonra kalabalıklarla birlikte yürümek gerektiği fikrine vardım.
Sonra da asil yürüyüşün kalabalıklara karşı olması gerektiğine vardım.

Düşünmeyi öğrendim.
Sonra kalıplar içinde düşünmeyi öğrendim.
Sonra sağlıklı düşünmenin kalıpları yıkarak düşünmek
olduğunu öğrendim.

Namusun önemini öğrendim evde...
Sonra yoksundan namus beklemenin namussuzluk olduğunu;
gerçek namusun, günah elinin altındayken, günaha el
sürmemek olduğunu öğrendim.

Gerçeği öğrendim bir gün...
Ve gerçeğin acı olduğunu...
Sonra dozunda acının, yemeğe olduğu kadar hayata da
“lezzet” kattığını öğrendim.

Her canlının ölümü tadacağını,
ama sadece bazılarının hayatı tadacağını öğrendim.