Adı Aşk |
Aşkı yaşatan 2. erkek:-) |
Birinin sevgilisi olmak..
O kadar çok sevsin ki; hata yapmaktan ödüm kopsun!
Ben de her seferinde sanki bahçeyi kazmışımda hazine bulmuşum gibi heyecanla ve öneminin üzerine basa basa anlatırım ya, dinlesin işte. "Ya, evet, çok mühim bir şeyler olmuş" falan desin bi de sonunda...
Birinin elini tutmakla, birinin elini, sıkı sıkı tutmak arasında çok fark var!
Ya tutarsın ya da tutmazsın ya da, tutmuş gibi yaparsın işte.
Ben yapmam!
Bunu zaten bilirsin.
Kimin elini tutacağını yani.
Deneyerek bulmazsın.
Sadece bilirsin.
Bilmek!
Açıklaması yok.
Ve ben elini sıkı sıkı tutmayacağımı bildiğim hiç kimseyle İstiklal caddesine gitmeyeceğim!
Heyecanla ve özene bezene olmadıktan sonra kimseye yemek yapmayacağım!
Repliklerin bir anlamı yoksa, kimseyle film seyretmeyeceğim.
Zaten çekirdeği unutsun bile, asla olmaz:):)
Uykusuz gecelerimden birini daha geride bırakmanın ve hâlâ yaşayabiliyor olmanın haklı gururunu taşıyorum. Bu geçici dünyada her şey bir sis perdesi altında akıp gidiyor... Uykusuzluk insanı mikrodalgada patlamaya hazır bir adet mısır tanesine dönüştürüyormuş meğer... Her şey anlamından ciddi bir miktarda bir şeyler kaybediyor aynı zamanda...
Anayasa taslağı, çıkmaza giren görüşmelere dair haberlerle dolu gazeteler kucağımda, tavana bakarken yakaladım kendimi. Geçenlerde katıldığım bir televizyon programında da stüdyoda konuşulanları bırakıp epey bir süre tavanı seyretmişim. “Çok dalgınsın, konsantre olma güçlüğü çeker gibi görünüyorsun” diyorlar. Aslında tamamen mevzunun içindeyim. Olaylardan bir an olsun kopmuş değilim... Oysa kopmayı ne çok isterdim.
Tavanda aradığımı bulamayınca tekrar gazetelere döndüm. Bizim gazetenin (Vatan) arka sayfasını ve dolayısıyla o bölgenin sahibi köşe yazarını uzun zamandır okumuyordum aslında. İtiraf!! Haklı gerekçelerim vardı ama benim. Çünkü okudukça içerliyordum ona. Yahu “niye ayıp ediyor bu kadar” diyordum. İçimdeki sızıyı canlı bir yaratığa dönüştürüyordu. En iyisi hiç ilgilenmemek dedim sonunda bir gün ve oradaki “varlığı” kanıksadım... Ama... Tavandan gazeteye döndüğümde gözüm takıldı o köşeye. Takılınca okudum. Okuyunca duramadım. Duramayınca yazmaya başladım. Biri beni durdurmazsa ben bu yazıyı gazeteye de gönderirim şimdi...
Hayatına giren her yeni kadına köşesinden güzelleme yazarken eskileri gömmeden, bir biçimde onları yeni hikâyesinin altyapısı haline getirmeden de bunu başarabileceğini öğretmeli artık biri ona... Tuna’ya yani... “En sevdiğim kadın budur” demenin daha şık, daha yakışıklı yolları vardır mutlaka. Köşesinde müzisyen sevgilisi çello çalarken o da romanını nasıl yazıyormuş onu anlatmış. Demek ki romana da geri dönmüş. Biz temelli bıraktı sanıyorduk. Neyse birkaç kez daha bırakır, geri döner, gider gelir artık...
Bana yazdığı mektuplardan birinde, söylediği vakit çok etkilendiğim “senin yanında iyi biri olmak istiyorum” cümlesi vardı. Jack Nicholson’ın bir filminden alıntı yaptığının altını çizmişti. Aynı cümleyi daha sonra aynı vurgularla Demet Sağıroğlu için de kullandı. Ona yazdığı o köşe yazısında daha önce bana ve büyük ihtimalle Yasemin’e de söylemiş olduğunu düşündüğüm bu cümlelere rastlayınca, Demet de “o yazıyı kesip sakladım” diye röportaj verince... İçtenlikle söylüyorum Demet’in aldatıldığını düşünmüştüm ama kıyamamıştım sevincine... Yutkunmuştum gitmişti... Susmak bu yüzden kıymetliydi. Sevmek dışında hiçbir suçu olmayana neden hesap ödetilsin ki?
Hayır işin ilginç yanı hayatımda hiç rejim yapmadım. Bilmem ne yenmesi lazım ne yenmemesi lazım. Canımın çektiğini götüren cinstenim ben. Sevgili Kymetlim benim her daim güzel olduğumu söylüyor, evet evet tahmin edeceğiniz gibi benim panik halimi görüp biraz yatıştırmaya çalışıyor biraz da başından savıyor. Hayır işin kötü yanı giyecek bir tek pantolonum , eteğim kısacası kıyafetim yok . Yooo bu böyle olmaz. Bugün itibari ile rejime gireceğim. Kibrit kutusu kadar peyaz peynir :-))) benim neyime yeterse . Neyse canım biraz alışveriş en azından geçici bir süre konuyu kapatır. Bu trajik olay da sporla hallolur sanırım. Halolur mu gerçekten.?
Ne biçim bişey kardeşim bu kilo vermeye çalışmak? Şimdi ben magnumun çıkolatasını yiyemeyecek miyim?
Senelerce etrafımda rejim yapan arkadaşlarımla hep tartıştım. "Arkadaşım delimisin yaa insanlar seni olduğu gibi kabul etsin ne var tombişsen sanki" Cevap olarak " tabi senin için konuşması kolay hayatında hiç kilo aldın mı sen acaba? Kıyafetlerini deneyip de giyecek bir şey bulamadığın oldu mu? kıçını başını kapatmak için uzun trikolar giydin mi? Sevdiğin bir sürü kıyafetten vazgeçmek zorunda olduğun oldu mu?" derlerdi. Sanırım şimdi sıra bende?
Hiç ummazdım oldu sonbaharda
Hediye gibi geldin hoş geldin
Seyirlik değil ömürlük olsun
Dilerim bu defa bu son olsun
Seyirlik değil ömürlük olsun
Bir yastıkta nasip olsun
Gel koynuma gel boynuma gel
Akşam gözlü esmer
Sefa geldin son ihtimalim
Bir sana kalmış halim
Hoş geldin
Seyirlik değil ömürlük olsun
Dilerim bu defa bu son olsun
Bir yastıkta nasip olsun
Gel koynuma gel oyunuma gel
Akşam gözlü esmer
Sezen Aksu
Zamanı öğrendim.
Yarıştım onunla...
Zamanla yarışılmayacağını,
zamanla barışılacağını, zamanla öğrendim...
İnsanı öğrendim.
Sonra insanların içinde iyiler ve kötüler olduğunu...
Sonra da her insanin içinde
iyilik ve kötülük bulunduğunu öğrendim.
Sevmeyi öğrendim.
Sonra güvenmeyi...
Sonra da güvenin sevgiden daha kalıcı olduğunu,
sevginin güvenin sağlam zemini üzerine kurulduğunu
öğrendim.
İnsan tenini öğrendim.
Sonra tenin altında bir ruh bulunduğunu...
Sonra da ruhun aslında tenin üstünde olduğunu öğrendim.
Evreni öğrendim.
Sonra evreni aydınlatmanın yollarını öğrendim.
Sonunda evreni aydınlatabilmek için önce çevreni aydınlatabilmek
Gerektiğini öğrendim.
Ekmeği öğrendim.
Sonra barış için ekmeğin bolca üretilmesi gerektiğini.
Sonra da ekmeği hakça üleşmenin, bolca üretmek kadar
önemli olduğunu öğrendim.
Okumayı öğrendim.
Kendime yazıyı öğrettim sonra...
Ve bir süre sonra yazı, kendimi öğretti bana...
Gitmeyi öğrendim.
Sonra dayanamayıp dönmeyi...
Daha da sonra kendime rağmen gitmeyi...
Dünyaya tek başına meydan okumayı öğrendim genç yasta...
Sonra kalabalıklarla birlikte yürümek gerektiği fikrine vardım.
Sonra da asil yürüyüşün kalabalıklara karşı olması gerektiğine vardım.
Düşünmeyi öğrendim.
Sonra kalıplar içinde düşünmeyi öğrendim.
Sonra sağlıklı düşünmenin kalıpları yıkarak düşünmek
olduğunu öğrendim.
Namusun önemini öğrendim evde...
Sonra yoksundan namus beklemenin namussuzluk olduğunu;
gerçek namusun, günah elinin altındayken, günaha el
sürmemek olduğunu öğrendim.
Gerçeği öğrendim bir gün...
Ve gerçeğin acı olduğunu...
Sonra dozunda acının, yemeğe olduğu kadar hayata da
“lezzet” kattığını öğrendim.
Her canlının ölümü tadacağını,
ama sadece bazılarının hayatı tadacağını öğrendim.